Dergi

AFRİKA’NIN BANA KUCAK AÇMIŞ ÜLKELERİNDE HAYAT SERÜVENİM

 

PEK ÇOKLARININ SANDIĞI GİBİ AFRİKA BİR ÜLKE DEĞİL, KOCAMAN BİR KITA. BİRBİRİNDEN FARKLI PEK ÇOK KABİLENİN, PEK ÇOK KÜLTÜRÜN BİR ARADA YAŞADIĞI VE DERİN SIRLAR BARINDIRAN BİR KITA

SALIMATA DUKARA

Afrika ve biz Afrikalılar… Belki de Dünya için Güneş neyse biz de diğer kıtaların insanları için oyuz. Sıcak, samimi, canlı, neşeli, insanın en saf ve hakiki hâli…

Adım Salimata Doukara. Bir Afrikalıyım ve “Nerelisin?” sorusuna net bir cevap veremiyorum. Çünkü doğduğum yer başka, büyüdüğüm yer başka… Gençlik yıllarım başka bir ülkede geçti ve evliliğimle beraber kurduğum hayat başka bir ülkede geçiyor.

Beni tanımak, belki de Afrika’yı tanımak olacak sizler için. Tabii ki hepsini değil, ufacık bir kısmını. Çünkü pek çoklarının sandığı gibi Afrika bir ülke değil, kocaman bir kıta. Birbirinden farklı pek çok kabilenin, pek çok kültürün bir arada yaşadığı ve derin sırlar barındıran bir kıta.

Neden diğer insanlar aynı ten rengine sahip olduğumuz için bizim birbirimize benzeyeceğimizi düşünürler? Tüm beyaz tenliler aynı mı ya da tüm çekik gözlüler?

DÜNYAYA GÖZÜMÜ AÇTIĞIM GÜZEL MEMLEKETIM: GABON

Orta Afrika’da, Gabon’da dünyaya geldim. Gabon: Benim küçük tropikal ülkem, güneşi gördüğüm, ilk adımlarımı attığım, ilk kelimelerimi öğrendiğim ülkem… Çocukluğum… Komşuları; Ekvator Ginesi, Kamerun ve Kongo. Haritayı açıp baktınız ve gördünüz değil mi? İşte o haritada küçük ama aslında çok büyük olan ülke, benim doğduğum ülke. Gabon, diğer Afrika ülkelerine nazaran çok daha fazla kabile barındırır: Elli farklı kabile. Ama bu kabileler bir arada uyum içinde yaşamayı başarabilmişlerdir. Bu, Gabon halkının büyük bir başarısıdır. Farklı olsak da beraber yaşayabileceğimizin bir ispatıdır.

Hemen her Afrika ülkesinde olduğu gibi Gabon’da da yeraltı kaynakları çok zengin. Bu madenler, aynı üzerinde yürüyen halk gibi farklılık arz ediyor. Yani Gabon’un altında da üstündeki halkına paralel çeşitlilikte bir Gabon bulunuyor diyebiliriz. Elbette bu kaynaklardan dünya için çekici olanları: petrol, altın, mermer…

Gabon, benim için çok özel bir ülke. Kültür, yeşillik ve orman yönünden zengin. Uçsuz bucaksız şeker kamışı tarlalarını ve birkaç lezzetli mango meyvesini yiyebilmek için tırmandığım büyük mango ağaçlarını hatırlayabiliyorum. Çocukken en büyük zevkim, o kocaman ağaçlara tırmanıp yapraklarının arasında saklanarak lezzetli mangolardan yemekti. O koca yaprakların arkasında kimse sizi kolay kolay göremez ve böylece sakin ve keyifli vakit geçirebilirsiniz. O günlerimi ne kadar da özlüyorum… Yaprakların arasından esen Gabon’un sakin rüzgârları sanki hâlâ yüzümü okşuyor.

Meşhur manyok çubuklarıyla yapılan yemeğin ve tatlı patates yapraklarıyla yapılan sosun tadı damağımda. Yağmuru bol Gabon’un, altında ıslandığımız o sağanak yağmurlarını, sanki dünmüş gibi hatırlıyorum. Yağmur yağarken okuldan döndüğümüzde, su akıntısına kendimizi bırakıyor, yağmur sularıyla dolu yerlerde yüzüyor, yağmurun tadını çıkarıyorduk. Bu, bizim için bir neşe kaynağıydı.
Gabon’dan ve çocukluğumdan bahsederken, Gabon halkının çok sevdiği geleneksel balık avından da bahsetmeden geçmek olmaz. Balıkçılar, yayın balıklarını henüz yavruyken suyu azalmış olan kuyulara koyarlardı. Bu yavrular da yağmur mevsimlerinde büyürlerdi. Bol yağmurların etkisiyle kuyular suyla dolduğunda balıklar suyun yüzeyine çıkar, hattâ kuyunun dışına taşarlardı. Biz de bu büyük ve lezzetli balıkları ellerimizle yakalardık. O kadar güzeldi ki…
Bu ve bunun gibi şeyler sebebiyle Gabon güzel bir çocukluk geçirmek için mükemmel bir ülkeydi. Büyüdükçe farklı yönlerini anlamaya başladım: etnik gruplar arası farklılıkları, gelenekleri, din farklılıklarını…
Gabon’un farklı bir yönü de maske geleneğine çok bağlı bir ülke olması. Her kabile bu geleneğe bağlıdır. Bazı törenlerde maske takmak olmazsa olmazlardandır.
Mesela, Okuyi maskesi adındaki maske, cenazeye eşlik etmek için takılır. Bu maskeyi gören insanlar oradan bir cenazenin geçmekte olduğunu anlarlar. Tabutu taşıyanlar Lazuku maskesi taktığında ise, cenaze sahiplerinin o kişinin öldürüldüğünü ve bu maskenin öldüren kişiyi bulacağını düşündükleri anlaşılır. Bu inanışa göre, maskenin sevkiyle tabut kendi yolunu bulacak ve hangi kapıya çarparsa katil o evden çıkacaktır.
Okuyi ve Lazuku maskeleri, Gabon’da kullanılan çeşit çeşit maskeden sadece ikisi.
Anlattıklarımdan Gabon halkının farklı inançlara sahip olduklarını ve daha çok ilkel kabile dinlerine mensup olduğunu düşünebilirsiniz. Hâlbuki Gabon’un büyük çoğunluğu Hıristiyan’dır. Fakat pek çok Afrika ülkesinde olduğu gibi kabile dinleri –hangi dine mensup olursa olsun toplumda tesirini sürdürebiliyor.
Nüfusun çok azı, % 7’si Müslüman. Ve ben de dinine çok bağlı Müslüman bir aileden geliyorum. Ailemin bu konudaki hassasiyeti sebebiyle dinî terbiyeyi küçük yaşta almaya başladım. Gabon’da Müslüman çok olmadığı için önceleri dinî emirleri uygulamak zor gelebiliyordu. Örtülü bir kadın görmek bazı kişileri meraka sevk ediyordu. Bazıları da tesettürlü kadınlarla alay ediyorlardı. Kapalı kızların arkasından ufak taşlar atıyorlar veya onları kırıcı sözlerle rencide ediyorlardı.
Ama bugün artık Gabon halkının bu tip yadırgamaları geride kaldı. Zamanla hoşgörü ve anlayış arttı. Gabon benim için büyük bir öneme sahip. Çünkü orası benim hayatımın temellerinin atıldığı ülke. Umuyorum ki; Gabon’un sıcak ve sevecen halkı İslâm’a daha çok kucak açacak.

FILDIŞI SAHILI’NDE GEÇIRDIĞIM YEDI GÜZEL YIL

Ben 11 yaşındayken, ailem Gabon’dan ayrılıp Mali’ye yerleşmeye karar verdi. Mali’ye gitmeden önce, anne tarafından akrabalarımızı ziyaret etmek için Fildişi Sahili’ne uğradık. Oraya vardığımızda ailem Fildişi Sahili’ndeki medreselerin eğitim seviyesinin daha iyi olduğunu fark etti ve beni dayımın yanında bırakmaya karar verdiler. Beni Fildişi Sahili’nde bir medreseye yazdırdılar. Orada ortaokul ve liseyi okuyacak, aynı zamanda medrese diploması alarak çift diplomaya sahip olacaktım. Bu eğitim, Türkiye’deki İmam- Hatip Okullarına benzer bir eğitim. Fakat dinî ilimlerle ilgili verilen diploma resmî olarak her yerde kabul edilmiyor, biraz karışık bir sistem. Velhâsıl medresede eğitim alarak bu ülkede yedi senemi, ilk gençlik yıllarımı geçirecektim.
Fildişi Sahili, Batı Afrika ülkelerinin cenneti… Mali, Burkina Faso, Liberya ve Gana ile sınırı olan bir ülke. İç içe geçmiş birçok kültüre sahip, sözlü edebiyat, atasözü gibi halk edebiyatı ürünleri yönünden zengin. Bu ülkenin öyle bir cazibesi var ki; insan hep orada yaşamak istiyor.
Fildişi Sahili, konukseverliği dillerde dolaşan bir ülke. Havaalanının girişinde bulunan Akwaba (Hoşgeldin) heykeli de bunun ispatı. Fildişi Sahili’nde farklı kabilelere mensup çocuklar mükemmel bir âhenk içinde oynuyor, insanlar güzel bir dayanışma içinde yaşıyor. Bu ülke kendisiyle tanışan herkesi büyülüyor.
Güzel Fildişi! Sen güzel yemeklerin ülkesisin, insanların tam bir lezzet ustası. İnsanın canı neyi çekiyorsa onu bu ülkede yiyebilir: Garba, Futu, Plakali. Hiçbir Afrikalı bu yemeklere ilgisiz kalamaz. Bu lezzetleri pek çok meyve ve sebzenin topraklarında rahatça yetişmesine de borçlusun. Mangoların, muzların, ananasların, kakaon, avokadoların, papayaların… Her biri birbirinden lezzetli güzel çeşitli tatlar…
Sevgili Fildişi! Kakao üretiminde dünya birincisi, kahve üretiminde dünya üçüncüsüsün. Masmavi okyanusun dalgalarının vurduğu güzel sahillerin ve sahil boyunca sıralanan Hindistan cevizi ağaçların… Evet Fildişi! Sen benim ilk gençlik yıllarımdaki en güzel sevdamsın.

Ortaokul ve lise yıllarımı, yazsam sayfalara sığmayacak pek çok güzel anıyla doldurduğum bu güzel ülke, nüfusun yarısını oluşturan Müslümanların dava gayretleri ile de bende iz bıraktı. Müslüman halk; özellikle halkın %33’ünü Hristiyanlaştırmış olan misyonerlere karşı basın-yayın yoluyla çok fazla direniyorlar. Bu gayret, gerçekten takdire şâyan. Fildişi Sahili diğer Afrika ülkelerine nispeten varlıklı bir ülke. Bu varlık, insanların yanlış yollara daha kolay yönelmesine sebep oluyor. Müslümanların yoğun tebliğ çalışmaları ve gençlerin bir kısmına kazandırılan dînî eğitimler sayesinde Fildişi Sahili’nde İslâmî hayat korunmaya çalışıyor.

BABA OCAĞI MALI’YE İLK GIDIŞ

Fildişi Sahili’ndeki lise eğitimimi tamamlayıp diplomamı aldıktan sonra hafızlık yapmak istedim. Ancak o zaman Fildişi Sahili’nde beklentimi karşılayacak şekilde hafızlık eğitimi verecek bir kurs bulamadım. Bu nedenle küçüklüğümden beri en büyük hayalim olan Kur’ân’ı hıfzetme niyetiyle Mali’ye gitmeye karar verdim. Gitmemin başka bir sebebi de baba tarafından tanımadığım akrabalarımla tanışmaktı. 17 yaşındaydım, atalarımın ülkesi Mali’yle ilk defa tanışacaktım.
Bir Batı Afrika ülkesi olan Mali’nin sınır komşuları; Moritanya, Cezayir, Nijer, Burkina Faso, Fildişi Sahili, Gine ve Senegal’dir.
Menşeim, atalarımın toprağı Mali! Misafirperver insanların ülkesi… Bu ülkede hiçbir zaman sıkılmazsınız. Çünkü Mali’de mizah çok yaygındır, halkı çok şakacı ve sevgi doludur.
Memleketim Mali, Batı Afrika’da İslamî ilimlerin beşiği.
Timbuktu; el yazmacılığının merkezi, evliyâlar şehri.
Sankore Üniversitesi; yıllarca Hicaz’dan bile pek çok ilim talebesinin gelip ilim tahsil ettiği, Batı Afrika’nın Ezher’i.
Mali denince akla ilk önce büyük Mali İmparatoru Kanku Musa ve meşhur hac yolculuğu gelir. Haritalara bir elinde tuttuğu altın külçesiyle çizilmiş kudretli kral. Onun yaptırdığı Djenne Camii, dünyanın en büyük balçıktan yapılma camisidir. Her sene Mali halkı bir bayram coşkusuyla bu tarihî camiyi özel bir çamurla sıvar. Bu, görülmeye değer bir manzaradır.
Mali denince akla gelen ilk şeylerden birisi, tabii ki altındır. Mali; altının, petrolün, uranyumun ülkesi. Bu topraklar o kadar çok hazine içeriyor ki; açgözlü insanlar bunları ele geçirmek için devamlı birbirleriyle savaşıyor. Kuzey Mali artık iç savaştan yorgun düştü. Tarihte pek şanlı olan bu ülke, aldığı darbelerle düştüğü yerden kalkacağı günü bekliyor.

MALI’DE HAFIZLIK

Mali’de hafızlık yapacağım yatılı kursa gidene kadar anneannemin yanında kalacak, ayrıca anne babamı ziyarete gidecektim. Çünkü onlar Mali’nin başka bir şehrinde yaşıyorlardı. En az üç hafta boyunca daha önce hiç tanımadığım baba tarafından akrabalarımı tanımak için yapacağım ziyaretler, beni çok heyecanlandırıyordu. Ziyaretler bitip aileme olan hasretim biraz dindikten sonra o zamanki en büyük yatılı hafızlık kurslarından birine kaydoldum. Şartları biraz sıkıntılı olan kurs, kiralanmış büyük bir arsa üzerinde bulunuyordu. En az yetmiş talebeydik. Samandan yapılmış iki sınıf vardı ve bu sınıflardan sadece iki öğretmen mesuldü. Yatmaya elverişli olmayan yataklarda yatıyorduk. Sınıflarımızı sık sık su basıyordu. Şehirden uzaktık, kursun her yerinde elektrik yoktu. İçme suyu yoktu. Kuyu suyu kullanıyorduk. Gece tuvalete gitmek için yanımıza el feneri alır ve karanlıktan dolayı mutlaka birisiyle beraber tuvalete giderdik. Bizi diri tutan tek güç, hafızlığımızı hızlıca bitirebilmenin hayâliydi.
Bütün zorluklara rağmen müdiremiz ve hocalarımız bizi her daim nasihatleriyle motive etmeye çalışıyorlardı. Bu zor şartlar altında kursta geçirdiğim dört ay boyunca ezberde epey ilerledim. Fakat sonra kursu boşaltmamızı istediler. Çünkü arsa sahibi kursun bulunduğu arsayı satışa çıkarmıştı. Müdire hanım, bizi şehirden birkaç kilometre uzaklıkta bulunan ve eskiden fırın olarak kullanılan bir dükkâna göndermekten başka çare bulamadı. Aslında bu, -başka bir çare bulana kadar- geçici bir çözümdü. Sadece birkaç gün burada kalacaktık ama o birkaç gün üç aya kadar uzadı. Böylece ben hafızlığımı o eski dükkânda bitirdim.
Bu kadar zorluğa rağmen, karşılaşılan imtihanlara rağmen, ben sizin orada hafızlık yapan gençleri görmenizi çok isterdim. Hepimiz, her sıkıntıya rağmen çok gayretliydik ve elimizden ne gelirse yapıyorduk. Bunlar, sadece Allah’ın kelâmı içindi. Allah da bu ihlâsa karşılık bize her dâim yardımını gönderdi. Müdiremiz inanıyordu, öğretmenler inanıyordu, biz öğrenciler inanıyorduk.
Bugün bu kurs yenilendi, dışı da içine benzedi ve Mali’de hanımlara yönelik en iyi hafızlık kursu hâline geldi. Artık güzel bir binası, güzel sınıfları var. Hattâ dikiş atölyesi ve güzel bir mescidi bile mevcut. İşte bütün bunlar, mutlak bir kararlılığın meyvesidir.

TÜRKIYE’DE İKİ YIL İSLÂMÎ EĞITIM

Allah’a hamd olsun, hâfızlığımı yedi ay gibi kısa bir sürede tamamladım. Hâfızlığım bitince İslâmî eğitim almak için iki yıllığına Türkiye’ye geldim. Allah’ın lütfuyla nitelikli öğretmenlerden müstesna dersler aldım. Bu eğitimi birkaç satırda övmek yeterli ve mümkün değildir. “Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker” vazîfesini yerine getirebilmek için kendilerinde olanın en iyisini vermeye çalışıyorlar ve bunun için bütün ömürlerini adıyorlar. Bu süreçte hayatıma iz bırakacak çok güzel dostluklarım, tanışıklıklarım oldu. Ama her güzel şey gibi Türkiye günlerim de sona erdi.
Sırada Türkiye’de edindiğim bu birikimi, bu ilme çok ihtiyacı olan Afrika halkına aktarmak, muhterem hocamızın yolunda ilerlemek vardı. Mesuliyet hissiyle doluydum. Halkıma hizmet edebilmek için ne yapacağımı düşünürken Burkina Faso’da İslamî bir müessese olan Uluslararası Medine Kız Lisesinde çalışma teklifi aldım. BöylelikleBurkina Faso maceram başlamış oldu.

BURKINA FASO’DA HIZMET

Burkina Faso. Mali’ye komşu bir Batı Afrika ülkesi. Burkina Faso; dürüst insanların ülkesi, pamuğun ülkesi ve en büyük ihracatçısı, mangonun en çok yetiştiği ülkelerden biri. Hem İslâmî hem de müspet ilimlerin öğretildiği bu okulda hem müdîre hem de Kur’ân hocası olarak görevime başladım.


Bu yeni kültüre ve yeni ülkeye alışmak biraz vaktimi kaldı. Aslında memleketim olan Mali’yle Burkina Faso komşu ülkeler. Fakat her ülkenin kendi gerçekleri ve gelenekleri var. Sık sık yanlış anlaşılma korkusuyla kuşatıldığımı hissediyordum. Benim kültürümde anlamı olmayan bir davranış, onlarda yanlış veya farklı bir anlama gelebiliyordu. Vazîfemin üstesinden gelemeyeceğim korkusu ve kendimi yabancı hissetme duygusu beni sardı. Bu süreçte en büyük motivasyonum, çok akıllı talebelerimin olması ve okulun nitelikli personeli için en iyisini yapabilme isteğiydi. Bunu en başta Rabbimin rızası sonra da çocuklarını bize teslim eden ailelerin güvenine lâyık olmak için istiyordum.
-Elhamdulillah- talebeler, öğretmenler ve okulun dış işlerini idare eden dernek, canla başla çalışıyordu. Dernek, bizim için her şeyin en iyisini yapmıştı: güzel bir çevre, güzel sınıflar, güzel yatakhaneler… Benim için orada çalışmak, çok büyük bir tecrübeydi. Onlara sevgi ve şefkat göstermek, onları desteklemek, onlar için orada olmak esas gayemizdi.
Medine Lisesi, İslâmî başarı yanında akademik başarı hedefleyen herkes tarafından tercih edilen bir okul oldu. %100 başarı oranıyla ülkenin en iyi okulları listesine girmeyi başardı. Her yıl ortaokul ve lise sınavlarında yüksek bir başarı oranı elde etmemiz ve birçok kez okullar arasında düzenlenen Kur’ân-ı Kerîm’i Güzel Okuma Yarışması’nda birinciliği kazanmamız, onca çabanın boşa gitmediğinin bir göstergesi oldu. Medine Lisesi’nde beş yıl görev yaptım. Bana bu tecrübeyi yaşattığı için Rabbime hamdediyorum. Öğretmenlik, benim için en ulvî meslek çünkü öğretmek daha çok öğrenmenin anahtarıdır.

YENIDEN TÜRKIYE…

Medine Lisesi’nde göreve başladığımda yuvamı kurdum ve Süreyya adını verdiğimiz bir kız evlâda anne oldum. Türkiye’den döndükten sonra beş sene hizmet ettiğim Burkina Faso’dan Türkiye’ye –bu sefer ailemle birlikte geldim. Bu gelişimin gayesi; Afrika’da yeni ve güçlü başlangıçlar için madden ve mânen hazırlanmaktı.

SONRASI…

Sonrası hayatın bana neler göstereceğine bağlı… İşte bu benim hikâyem. Adım Salimata Doukara. Aslen Maliliyim, Gabon’da dünyaya geldim, Fildişi Sahili’nde büyüdüm ve Burkina Faso’da görev yaptım. Türkiye limanına beni getiren rüzgârın beni bundan sonra nereye götüreceğini, nereye doğru eseceğini bilmiyorum. Belki de Fildişi Sahili’ne doğru esiyordur! Allah bilir!

1 yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir