EKTİĞİMİZ TOHUMLARIN MOĞOLİSTAN TOPRAKLARINDA ÇİÇEĞE, AKABİNDE DE BİR ÇİÇEK BAHÇESİNE DÖNÜŞMESİ EN BÜYÜK ÜMİDİMİZ. FAKAT GÖRDÜK Kİ; DAHA ÇOK AMA HEP DAHA ÇOK ÇALIŞMALIYIZ. TÂ Kİ İSLÂM’IN HUZURU VE SEVGİSİ BÜTÜN KALPLERE ÇİÇEK AÇTIRSIN, KURAK TOPRAKLAR YEŞERSİN, BAHÇELER ÇİÇEKLENSİN.
MERYEM ALAN
Hayatımda uçakla ve böylesi uzunlukta ilk seyahatim. Aktarmalı bir uçuşla Moğolistan’a geçecektik. İstanbulBişkek arası 5 saat, Bişkek’te 1 saat verilen moladan sonra 3 saat Bişkek’ten Ulanbatur’a sürecek bir yolculuk bekliyordu bizleri. Hem tedirgindi gönlüm hem de kafesine sığmayan bir kuş gibi bedenimden önce uçmuştu Moğolistan semalarına. Yıllar öncesindengönderdiğimiz talebelerimiz, hasretle bizi bekliyordu. Çünkü bir yandan yaşımın ve bedenimin ağırlığıyla seyahat endişeleri varken zihnimde, öte yandan omuzlarımızda mesuliyet ve emanet, gönüllerimizde hasret taşıyorduk. Bu karışık duygu ve düşüncelerle havaalanına indik. Oldukça büyük ama iptidâî olan bu havaalanında bizleri Moğolistan gönüllülerinden Kâmil Kolobaş Bey ve TİKA ekibi karşıladı.
ULANBATUR’DA İLK BULUŞMA
İnsanın bir haftalık seyahatte bile kendini gurbette hissetmesi ve Müslüman Türk kardeşini yabancı topraklarda görmesinin bu kadar heyecan verici olması garip gerçekten. Hem milletimiz adına gurur duyduk, hem dinimiz adına bu kurak topraklara hizmetin ulaşmış olmasından dolayı şükrettik.
Moğol âdetlerine göre rengârenk bir sofrayla ağırlandık. Ana menü tabii ki mantı ve sütlü çaydı.
Üdirdalagiin Akademi Üniversitesinin Rektörü Zülfikar Bey, bizlere Moğolistan tarihiyle alakalı güzel bir sunum yaptı: “Moğolistan topraklarında hayat 850.000 yıl önce başlamış. Bu topraklarda kurulan ilk Türk devleti, Göktürkler. Orhun Âbideleri de bu topraklarda yükseliyor. Sonrasında Uygur ve Kırgız devletleri buralarda hâkimiyet kurmuş. Moğol Devleti, Cengiz Han tarafından 1206’da kurulmuş ve Cengiz Han dağınık Türk kabilelerini hükümdarlığı altında toplamış. 17. yüzyıla gelindiğinde Moğol Devleti gücünü yitirmiş; Rus ve Çin işgalleri arasında bir müddet daha varlığını devam ettirmiş. 1911’de bağımsızlığını ilan etmiş, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Çin’den tamamen ayrılarak tam bağımsızlığını dünyaya duyurmuş ve 1961’de Birleşmiş Milletler Moğolistan’ı ülke olarak tanımış. Dünyanın nüfus yoğunluğu en az olan ülkesidir. Ülke toprakları, 1,5 milyon metrekarelik bir alan olduğu için nüfus geniş alanlara dağılmış. Düşünün; 3 milyon insan, 70 milyon hayvan var ülkede.
Ülke ekonomisi kömür ve altına dayanıyor.Moğollar, Kiril alfabesi kullanıyor.
Millî sporları; at binmek, güreş ve okçuluk. ‘Ger’ adı verilen çadırlarda yaşıyorlar. Çok zengin olanlar bile bu çadırları yazlık olarak kullanıyorlar.”
Bu kısa sunumun ardından Turkish Restaurant’ta akşam yemeği yedik. Moğolistan’da yemek yemek için temiz ve helal bir yer bulmak oldukça zor. Çünkü domuz eti yaygın ve Budistler hayvanları boğazlayarak değil göğsünü yararak kesiyorlar. Bizler oralarda kendi insanımızı ve yemeklerimizi gördüğümüzde nasıl sevindiysek, orada görev yapan gönüldaşlarımıza da bizleri görmek adeta bir bayram havası yaşattı. Sonunda buram buram hasret kokularıyla talebelerimiz geldiler. Bir çay salonunda muhabbet ettik onlarla. Her şehirde, hermekânda tazelenen bir anne-evlât heyecanı ve hasretiyle kucaklaştık kızlarımızla. Soydaşlarımızı gördüğümüzde yaşadığımız sevincin yanında bu kardeşliği ve muhabbeti kelimelerle ifade etmek çok zor hattâ imkânsız. Bir an fark ettim ki; aslında onlarla hiç ayrılmamışız. Bedenlerimiz uzaklaşsa da kalplerimiz aynı niyet ve heyecanda birleşmiş. İşte bu bağın adı, tebliğ! Ve tekrar ayrılık… Ülkenin öbür ucundaki evlâtlarımıza kavuşmak için bu evlâtlarımızdan ayrılıyoruz. Geceyi geçirdikten sonra Ulanbatur’dan eski tayyarelere benzeyen bir uçakla Müslüman Kazakların bölgesi olan Bayan Ölgii’ye geçiyoruz.
BAYAN ÖLGİİ’DE EVİMİZ VAR
Ve kızımız Asemgül… Bizi beyiyle birlikte karşıladı. Asemgül kızımız bir Moğol. Dağlara, yıldızlara tapan bir genç iken hidâyet bulmuş. Ardından Türkiye’de Hüdâyî Kursumuzda din eğitimi almış ve şimdi Müslüman bir Kazak’la evli. Bayan Ölgii’de yatılı bir kız Kur’ân kursu açmışlar ve Mehmet Akif Kursundan mezun olan Moğol kızlarımızla beraber Kur’ân eğitimi veriyorlar. Kendimizi evimizde hissediyoruz çünkü bizi ağırlayanlar kızlarımız. İnsanın, gelin giden kızının evine misafir gittiğinde gördüğü hizmet karşısında göğsünün kabarması gibi kabarıyor göğsümüz. Bu onur ve vakarla Rabbimize sonsuz şükür hissiyle doluyoruz.
TENGEL’DE TEK TÜRK OKULU
Bayan Ölgii’den Tengel’e geçiyoruz.
İki şehir arası 75 km ama ulaşım oldukça zor. Çünkü ne yol var ne yol tabelası. Çöl ortasında bir yolculuk gibi geçiyor yolculuğumuz. İkindi namazına Tengel’e yetişiyoruz. Burası, hem Kazakların hem Tuva Türklerinin yaşadığı bir bölge.
İlk olarak Şaman Tuva Türklerine ait tek okulu ziyaret ettik. Hemen karşısında TİKA’nın yaptırdığı yurt var. Bu yurt, bölgenin en modern binasına sahip.
Okul ziyaretimizin ardından Tengel Camii imamının evine geçtik. Kızı Nefise ve Nefise’nin arkadaşı Aziza bizi birlikte karşıladılar. Kızlarımızın ikisi de Mehmet Âkif Kur’ân Kursu’nda okumuşlar. Daha önce de belirttiğimiz gibi taş evlerde yaşayanların bile bahçesinde “ger” adındaki çadırlardan var. Bizi de leziz yemeklerden oluşan bir sofra ve daima yüzlerini süsleyen bir tebessümle bu çadırda ağırladılar. Manzara ise filmleri aratmayan cinstendi: Bahçenin yanında kıvrılan bir ırmak, Moğol semalarının ayrılmaz parçası kartallar, yak öküzleri, sığır, koyun ve keçi sürüleri… Bir doğa belgeselinin içindeyiz sanki! Sonrasında çadırda kılınan namazla da ruhlarımız kanatlandı adeta!
Bu misafirliğimiz esnasında duygulu anlar da yaşadık. Nefise’nin yengesi, yeni doğum yapmış ama bebeğini kaybetmiş. Onun masum ve temiz hâli bize çok tesir etti. Ekibimizde bulunan Dr. Perihan Öztürk, kendisini muayene etti. Bu durum aileyi fazlasıyla memnun etti. Bize de ülkemizdeki nimetlere tekrar şükretmemiz gerektiğini hatırlattı.
Dönüş yolculuğumuz oldukça meşakkatliydi. Minibüslerimizin tekerlekleri patladı. Ayrıca yolda işaret bulunmadığı için araçlarımızdan biri yolda kayboldu. Sanki bir safari esnasında çölün ortasında mahsur kalmıştık. Tekerlekler değiştirilene ve kayıp aracımız bulunana kadar 3-4 saat boyunca etrafı dağ tepe ile kaplı bu ıssız yerde beklemek zorunda kaldık. Vatanımızda ne büyük nimetler içinde olduğumuzu anladık ve zorluklar içinde yaşayan nice Müslüman kardeşimizi anlama imkânına sahip olduk bu zor tecrübeyle.
Boşuna söylememiş Moğol Ataları: ‘Her Moğol kendi yolundan gider.’ İbn-i Haldun’un da dediği gibi tabiat şartları insan tabiatını da belirliyor. Yani bu bilinmezlikle dolu yollar ve zorluklar, her Moğolu kendi kendine yetecek ve kendi yolunu bulacak bir dirayetin sahibi yapıyor. Bu düşünceler içinde kızlarımızın kursuna geri dönüyoruz.
BAYAN ÖLGİİ’YE DÖNÜŞ
Tekrar evimizdeyiz, Asemgül Hoca’nın kursunda. Kızlarımızla hasbihal etmeyi çok özlemişiz. Bu muhabbet dolu ortama 15 yaşında bir genç kızın İslâm’a girişi ve kelime-i şehâdet getirişi eklenince gözyaşları ile tebessümler birbirine karıştı. İnsanın mutluluktan ağlaması ne garip ama ne güzel! Yine ayrılık vakti! Bu seyahatin en ilginç yönlerinden biri, hemen her gün bir kavuşma ve ayrılık yaşamamız oldu. Hüznün ve sevincin birbirine bu kadar yakın olması, insana tarifi zor duygular yaşatıyor. Bu karışık duygularla
Bayan Ölgii’yi arkamızda bıraktık.
HOVD’DA DAĞLAR ARASINDA BİR CAMİ YÜKSELİYOR
Mezunlarımızdan Meryem’in idareciliğini yaptığı Kur’ân kursuna kahvaltıya gittik. Buradaki Kur’ân eğitiminin bereketinden hizmet alanları da istifade etmiş. Medresenin çevresinde cami, kültür merkezi ve taziye evi inşaatına başlanmış.
Moğol kültüründe ölüye hürmet ve cenazenin ardından yapılan ziyaretler çok önemli. O yüzden camilerin yanında genellikle taziye evi de var.
Bu ziyaretimiz, bölge halkını çok etkiledi. Türkiye’den bir heyetin bir kurs hocasını ziyaret etmesi onlar için fevkalâde bir hadiseydi. Dağların arasından akıp gelen ırmağın, etrafta özgürce koşturan yılkı atlarının memleketi olan ve bulunduğumuz sürece mânen ve madden ağırlandığımız, yediğimiz lokmanın lezzetini, kıldığımız namazın huşûsunu son raddesine kadar hissettiğimiz Hovd’u da 5 saatlik bir yolculukla arkamızda bıraktık.
UVS-TARİALAN VE HOTON TÜRKLERİ
Tarialan’da Hoton Türkleri yaşıyor. Yöre halkı için Moğollaşmış Türkler diyebiliriz. Kendilerine “Hoton” adını vermişler. Müslümanlık sadece kimliklerinde yazan bir ifade olarak kalmış. Kimileri Budist olmuş kimileri ise ateist. Bu yüzden burada İslâm ve Kur’ân’ın tebliği çok önemli ve aynı zamanda da çok zor.
Matematik öğretmeni olan Afife Hanım’ın babası da bu bölgeye çok hizmet etmiş. Altı evladını da zor şartlara rağmen üniversitede okutmuş ve İslâm’a hizmet etmeleri için onları desteklemiş.
Elhamdülillah hiçbir çaba karşılıksız kalmıyor. Bölge halkı, bu güzel ailelerin ve kızlarımızın sayesinde unutulan İslâm’ı yeniden hatırlıyor.
Ulanbatur’a tayyarelerle geri dönmek üzereyken gecikme sebebiyle beş saat burada beklemek zorunda kalıyoruz. Bu sırada kaldığımız evin sahibesine el yapımı bir şekerlik hediye ettik. Kendisi mütebessim bir şekilde “Gelen bütün misafirlerime, ‘Bunu bana güzel hanımefendiler hediye etti.’ diyeceğim.” diyor.
KARAKURUM – ÖTÜKEN’DEKİ ATALARIMIZ
Karakurum’a giderken Gobi Çölü’nün bir bölümünden de geçtik. Hayatımın en müstesna ve iz bırakan tecrübesiydi. Çöl kumuyla tanıştık. Her tarafımızı saran hattâ bulduğu her aralıktan içimize kadar giren kum taneciklerinin gözümüze kaçması ise en fenası.
Ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i andık. Hicretini, sabrını hatırladık. Bizim ciplerle geçtiğimiz şu çöller gibi çöllerden deve üzerinde günlerce yolculuk ederek geçen Rasûl’e salat-ü selâmlar gönderdik. Belki lâyık değil ama O’nun (s.a.v.) fedakârlığına biz de gayretlerimizle mukabele edelim istiyoruz. İstiyoruz ki Medine çöllerinden esen rüzgâr, Gobi Çölü’ndeki çiçeklere bir nefes, bize de âhirette yüz akı olsun.
Çöl meşakkatli ama efsunlu bir güzelliği var. Moğol develeri çift hörgüçlü, atları ise orta boylu. Ellerimizle sevdik, hatıra fotoğrafları çektik ve yola revan olduk.
Ötüken: İlk vatanımız, atalarımızın toprağı, köklerimizin bulunduğu topraklar… Atalarımızın nasihatleri, 1300 yıldır Orhun Âbideleri’yle ayakta duruyor. Bilge Kağan, Tonyukuk ve Kültigin kitâbeleri, TİKA’nın yaptırdığı müzede korumaya alınmış. Ötüken’e giden büyük asfalt yolda ise şanlı bayrağımız dalgalanıyor. Bunun bir sebebi köklerimizin burada olması, diğer sebebi ise bu muazzam asfalt yolu 2009’da cumhurbaşkanımızın talimatıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptırmış olması.
Höşöö Tsaylan Müzesi’nin bahçesinde de “Ger” çadırı var ve âdet olduğu üzere çadırda öğlen yemeği yiyoruz. Bu lezzeti ve huzuru hatırlamak için içimden evin bahçesine bir çadır kurmak geliyor bazen.
Binlerce yıl önce bu topraklarda atalarımızın yaşadığını tefekkür ederek Ötüken’den ayrılıyoruz. Dünya böyle… Hiçbir gelen burada kalmıyor ama dünya dönüyor. İşin sırrı; geride ismini, ilmini, işini hatırlatacak eserler, miraslar bırakabilmekte yatıyor. Yetiştirdiğimiz talebelerimiz de bizim bu topraklara mirasımız olsun inşallah.
NALAY’DA EZAN SADÂSI
Nalay’da da hem öğrenci yurdunda hem de Hz. Osman Câmii’nde güzel faaliyetler devam ediyor. Nalay, Müslümanların yaşadığı bir toplum ve ülkede ezanın açıktan okunduğu tek yer. TİKA burada da câmileri ve kültürel mirasımıza ait her şeyi himayesine almış. Konya’da okumuş olan Serik Bey, bu bölgede birçok işle ilgileniyor ve ‘’Türkiye’ye çok şey borçluyuz. Üzerimizde 80 milyonun hakkı var. Kâmil Kolabaş Bey’in şahsında tüm TİKA yetkililerine müteşekkiriz. Yapmamız gereken çok şey var. Ev ev dolaşmalı, hem madden hem mânen herkese ulaşmak için çok
çalışmalıyız.” diyerek hepimizi duygulandırıyor.
İSTANBUL’A DÖNÜŞ
Alışveriş yaptıktan sonra havaalanının yolunu tutuyoruz. Ümidimiz, buradan manevî bir alışveriş ile de dönmüş olmak.
Bu arada ibretlik bir hususu da sizlerle paylaşmak istiyorum: Moğolistan’ı gezerken müzelerde, tapınaklarda sarışın, renkli gözlü Avrupalılarla karşılaştık. Bu kişiler, turist değillerdi. Onlar, misyoner olarak gelen ve bu topraklara yerleşen kimselerdi. Bunlardan küçük bebekli bir aile bizimle çok ilgilendi. Türkiye’den geldiğimizi duyunca şaşırdılar. Zira turist olarak bile Türkiye’den birilerinin gelmesine çok alışık değiller.
Ülkede Budizm en yaygın din olmasına karşın Hristiyanlık da oldukça yayılmaya başlamış durumda. Çünkü misyonerler boş durmuyor.
Ektiğimiz tohumların Moğolistan topraklarında çiçeğe, akabinde de bir çiçek bahçesine dönüşmesi en büyük ümidimiz. Fakat gördük ki; daha çok ama hep daha çok çalışmalıyız. Tâ ki İslâm’ın huzuru ve sevgisi bütün kalplere çiçek açtırsın, kurak topraklar yeşersin, bahçeler çiçeklensin.
Duâlarla, şükürlerle İstanbul’un öpülesi topraklarına vardık. Yüce Allah’a hamd u senâlar ederiz ki; bizi böyle evlatlar yetiştirmeye, gidilemeyen yerlere ulaşmaya muvaffak kıldı. İstiğfâr ederiz ki; eksiğimiz, kusurumuz pek çoktur. Gayret bizden, nusret Allah’tandır. Rabbim bizi hayırlara anahtar, şerlere kilit eylesin.