Dergi

GÖNÜL SEFERİ

“MÜ’MİN, YÜREĞİNİN UZANABİLDİĞİ HER YERDEN SORUMLUDUR.”

ALICAN TATLI

Azerbaycan’ın Şeki Vilayetinin Müftüsü rahmetli Selim Efendi, 1992 yılında Aziz Mahmûd Hüdâyî Vakfına gelmiş ve “70 yıldır bizim imanımız çalınıyor. Peygamber Efendimiz r: “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” buyuruyor. Ne olur çocuklarımızın geleceği için, ahiretimiz için bizlere yardım ediniz. Mânen aç olan bizleri doyurunuz.” (Hakim, Müstedrek, 4/183, No:7307) demişti.

Benzer bir ifadeyi 2010 yılındaBurkina Faso’nun bir köyünde yavruları için bir lokma ekmek bulabilme derdinde olan ve çamurlu bir birikintideki sudan pet şişesiyle kabına su doldurmaya çalışan bir anneden de duyduk. Kendilerine “Gıda yardımı mı yapalım? Yoksa köyünüze su kuyusu mu açalım?” diye sorduğumuzda “Bizler, aç ve susuz yaşamaya zaten alışığız. Sizler Müslümansınız, eğer yapabilirseniz çocuklarımızın imanını kurtarın. Onlar, âhirete îmansız göçmesin. Câhil kalmamaları için onları eğitin. Onlara medrese açın.” diye cevap vermişti. Bu annenin ve Selim Efendinin sözleri, yüce bir ruh asâletinin örnekleriydi. Büyük bir irfan ve hikmet hazînesinin kelimelere aksetmesiydi.

Ebu Hasan el-Harakânî Hazretleri: “Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada bir din kardeşimin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır. Onun ayağına çarpan taş, benim ayağıma çarpmıştır. Onun acısını ben duyarım. Bir kalpte hüzün varsa o kalp benim kalbimdir.” buyuruyor.

Hüdâyî gönüllüleri hareketi, işte Selim Efendi’nin yüreğinden coşan o samimi taleple 28 yıl önce başladı.

Bugün dünya küçüldü. Dünyanın öbür ucundaki Müslümanlarla komşu olduk. Efendimiz (r) “Cebrâil bana komşu haklarıyla ilgili o kadar çok telkinde bulundu ki, komşunun komşuya neredeyse mirasçı olacağını zannettim.” buyuruyorlar.

Bu hadîs-i şerîfe göre Afrika artık bize uzak değil, uzak mesafelerin kısaldığı yakın bir komşu.

Ama biz, bugünün Afrika’sında Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemek için dilenen Bilâl-i Habeşî’nin torunlarına şâhit oluyoruz. Balta girmemiş ormanlarda Muhammedî nûru bekleyen Pigme kabileleriyle tanışıyoruz. On binlerce nüfuslu bir şehirde cami olmadığı için sahrada namaz kılan mü’minlere rastlıyoruz. Sessiz feryatların yükseldiği hanelerle, içine ateşlerin düştüğü viranelerle karşılaşıyoruz. Dolayısıyla bugünün dünyasında, Balkanların, Orta Asya’nın sahipsiz Müslümanları, Açe’nin yetimleri, Gazze’nin mazlumları var.

Misyonerlerin kıskacında imanını muhafaza etmek için direnen ve birçok bedel ödeyen Afrikalı kardeşlerimiz var.

Nitekim Kamerun’da yıllar önce hizmet eden Mehmet Targal Bey şöyle bir olay anlatmıştı:

Ebû Osman isimli kardeşimizin hasta olan kayınpederi, bir misyoner hastanesinde tedavi olmaktaydı. Ziyaretine gittik. Arkadaşım, hastanenin giriş kapısının üstünde kabile diliyle yazılı olan «Şifa veren İsa’dır. Ona dua et!» yazısını gösterdi. Çok üzülmüştüm. En az % 80’i Müslüman olan bir bölgede hastanenin kapısına bunu yazmaya nasıl cesaret edebiliyorlar. Anlamak mümkün değil. Ama onlar, Müslümanların gidebilecekleri başka kapının olmadığını çok iyi biliyorlar.”

Yine benzer bir hadiseyi şöyle nakletmişti:

“Bertua bölgesinden bir arkadaşım var. Adı İshak. Gözünde rahatsızlığı vardı. Ameliyat olmazsa tek gözünün görme yeteneği kaybolacağı söylenmiş kendisine. O da, başka çaresi olmadığı için misyonerlerin hastahanesine gitmiş. Tam ameliyat öncesinde kendisine: «İsa’ya dua et. Şifayı verecek odur.» demişler. O da şahadet parmağını kaldırıp ′İkinci gözümü kaybedecek olsam da, eş-Şâfî (şifa veren) yalnızca Allah’tır.′ demiş ve orayı terketmiş. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.”

Küfrün karanlığı içinde kaybolup savrulmuş, tebliğe muhtaç ümmetin evlatları ve hidayete muhtaç insanlar var.

Nitekim Lübnan asıllı bir Müslüman hanım olan yirmidört yaşındaki Aliye Yunus, bize gönderdiği e-mailde; ailesiyle yirmi yıl önce Paraguay’a hicret edip orada yaşadığını, mühendislik fakültesi 4. sınıfta okuduğunu, Batı sistemiyle yetiştiğini, İslâm hakkında hiçbir şey bilmediğini, aksine Müslümanlarla alay ettiğini, her türlü günahı işlediğini, hattâ Allah’ın varlığından şüphe edecek hâle geldiğini söylüyor. Fakat daha sonra internette arkadaş ararken birden muhterem Osman Nûri Topbaş Üstâdımızın Arapça seslendirilmiş “Son Nefes” kitabına rastladığını, onu dinleyince tevbe ve istiğfar ederek yeniden hidâyete erdiğini, bir lahzada hayatının değiştiğini, daha sonra ise İslâm’ı öğrenip namaz kılmaya başladığını ve tesettüre girdiğini ifade ediyor. Bu e-mailden anlıyoruz ki; artık 10.000 km uzaklıktaki Paraguay bizlere uzak değil. Çok yakın ve bizim komşumuz. Orada ya da dünyanın başka ülkelerinde küfrün karanlığında savrulan Aliye Yunus gibi İslâm’dan habersiz yaşayan ve bir lahzada hayatı değişecek ümmetin on binlerce evlâdı var.

Yine hidâyete kavuşmadan önce, Allah’ı inkâr ederek yaşadığını ve her türlü günahı işlediğini söyleyen, kâinatın tesadüf eseri yaratıldığına inanan ve internet ortamında ulaşabildiği bütün gençlere inkâr zehirleri saçıp onları küfre davet eden, sonra da kendisine gönderilen bir kitap vesilesiyle İslâm’la şereflenen hidâyete muhtaç milyonlarca genç var.

Hapishane köşelerinde ömrünü boş, anlamsız bir şekilde tüketirken bir kitapla hidâyet bulan, sonra da İslâm’ı öğrenip yeni bir hayata başlayan ve: “Lütfen hapishanemize bu tür kitaplardan daha çok gönderin. Bu kitapları birçok kişi okuduğundan dolayı bana sıra gelinceye kadar altı ay geçiyor. N’olur matbaa hatası olan kitapları atmayın. Onlar sizin işinize yaramasa da bizim için çok değerli. Hem biliyor musunuz, gönderdiğiniz bu kitaplar sayesinde, gelecekte işleyeceğimiz şer ve günahların önüne set çekiyorsunuz.” diye yalvaran ümmete zimmetli, hidâyete muhtaç nice insanlar var.

İslâm coğrafyasının birçoğunda Peygamber emaneti yetimler var. “Yâ Rabbi! Senden başka sığınacak kimsemiz yok!” diye yakaran, belki geceler boyu “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek!” diye bekleyen gözü yaşlı Müslüman kardeşlerimiz var.

Hacerü’l-Esved’i okşamak ister gibi ellerini beyaz bir Müslüman’ın ellerine değdirmek için bekleyen Afrikalı kardeşlerimiz var. Beyaz Müslüman kardeşiyle musafaha etmek için üç bin kişinin sıraya girdiği Burkina Faso’da en az üç defa kuyruğa giren ve “Ben beyaz bir Müslüman’ın elini daha çok tuttum.” diyerek arkadaşına karşı övünen çocuklar var. Aslında onların bizim avuçlarımızı tutmaktan ve bizimle musafaha etmekten bekledikleri, hasret kaldıkları “Nebevî şefkat”ten başka bir şey değil.

Hüdâyî gönüllülerinin yirmi sekiz yıllık yurt dışındaki hikayesi, Rahman’ın kullarına hizmet edebilme sevdasının hikayesidir. “et-ta‘zîm li-emrillah ve’ş-şefekatü alâ halkillah”ın (Allah’ın emirlerini yüceltme ve bütün mahlûkâta şefkat göstermenin) tecessüm etmiş hâlidir.

“Medeniyet ve hizmet yollarını öğretme konusunda cimrilik göstermeyin. Zira ektiğiniz tohumların yeşerdiğini görmek, Afrika’nın kurtuluş ümitlerini arttırıyor.” diyen Ganalı Nasruddin kardeşimizin sesine kulak verme gayretidir.

Afrika’dan bir Kurban Bayramı dönüşü, “Anadolu topraklarında doğduğum için bir bedel ödemedim. Ama bu topraklarda yaşamanın bir bedeli olduğunu öğrendim.” diyenlerin seferberlik hikayesidir.

Kul hakkını, hidâyete muhtaç kimselere ulaşma imkânı olduğu hâlde onlara elini uzatmamaya kadar genişletenlerin yürek sesidir.

Orhan Gazi’nin, Kosova’da şehit olan oğlu Murat Han’a verdiği şu nasihat, günümüz Türkiye’sindeki bir mü’minin îman ufkunu göstermektedir:

“Osmanlı’ya, iki kıta üzerinde hükmetmek yetmez, zira i‘lây-ı kelimetullâh yani ‛Allah’ın dînini yüceltmek azmi’ iki kıtaya sığmayacak kadar büyük bir davadır.”

O yüzden Hüdâyî gönüllülerinin gayreti; kelime-i tevhîdi kıtalara taşıma gayretinden başka bir şey değildir.

Asya’nın, Kafkasya’nın, Balkanların, Afrika’nın maneviyat semâsında İslâm’ın hilâlini dalgalandırmak gayretidir.

Hz. Ebubekir’in, Hz. Ömer’in, Hz. Ali’nin, Musab bin Umeyr’in, Tarık bin Ziyad’ın, Ebû Eyyûb-el Ensarî’nin heyecanını kuşanma gayretidir.

Rabb’imizin izniyle Balkanlardan Afrika’ya, Kafkaslara, Rusya Federasyonu’ndan Orta Asya’ya, Güney Amerika’ya kadar uzanan coğrafyada otuzu aşkın ülkede eğitim alanında Hüdâyî gönüllülerine hizmet ulaştırmak nasip oldu. Bu çalışmalar sonucunda ilahiyat fakülteleri, ilahiyat meslek yüksek okulları, imamlar enstitüsü, araştırma merkezleri, kültür merkezleri, imam-hatip okulları ve Kur’ân kursları, öğrenci yurtları, çocuk yuvaları ve yetimhaneler gibi onlarca nizâmî eğitim müessesesi kuruldu. Bu müesseselerde bugüne kadar birçok Türk vatandaşı, idareci ve öğretmen ile yerli eğitim kadrosu ve hizmet personeli çalıştı.

Bu kurumlardan bugüne kadar yüzlerce hafız çıktı ve binlerce nizâmî eğitim alan talebe mezun edildi.
Ayrıca yaygın eğitimde on binlerce çocuk, genç ve yaşlı; Kur’ân-ı Kerîm ve temel dinî bilgiler öğrenmiştir. Bu ülkelerden Türkiye’ye getirilen talebelerden; 350’den fazla doktora, master ve Haseki eğitim programı mezunu, 2000’i aşkın lisans mezunu ve 3000’den fazla Kur’ân kursu talebesi mezunu verilmiştir.

İnsan ruhunun ve fikrinin beslenmesinde kitaplar ve dergiler çok mühim bir yere sahiptir. Bu sebeple Hüdâyî gönüllülerinin 28 yıllık hizmetleri içinde birçok dilde yüzlerce farklı kitap, dergi, sesli ve görüntülü CD/DVD yayınlandı ve milyonlarca insana ulaştırıldı.

Bütün bu eserlerin neredeyse tamamı, “www.islamicpublishing.org” sitesinden PDF veya MP3 formatlarında ücretsiz indirilebilmektedir.

En küçüğünden en hacimlisine kadar kaleme alınıp dünyanın birçok yerine ulaştırılan her çalışma, istikbâle yazılmış alıcısı meçhul mektuplardır.

Bu kitap ve dergiler, belki şimdi daha doğmamış olan bir çocuğun ileride hidâyetine vesile olacaktır.

Hem Anadolu’da, hem de hizmet bölgelerindeki Hüdâyî gönüllülerinin, Hüdâyî ruhunu kuşanmış bir şekilde ve maddî manevi destek ve gayretleriyle yürütülen bu hizmetlerin kıyamete kadar devamını niyâz ediyor, bizlere bu imkânı lutfeden Rabbimize sonsuz hamd ediyoruz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir