Dergi

ÇİN’DE BİR UYANIŞ ÖYKÜSÜ

HER GÜN ŞU ÜÇ SORU HAKKINDA DÜŞÜNÜP DURUYORDUM: “İNSAN NEREDEN GELDI? İNSAN NİÇİN DÜNYADA YAŞIYOR? İNSAN ÖLDÜKTEN SONRA NEREYE GIDECEK?” EVET, BELKİ SİZİN İÇİN BU SORULAR ÇOK BASİT. SİZE GÖRE KÜÇÜK ÇOCUKLAR BİLE BU SORULARIN CEVABINI BİLİR. FAKAT DÜNYADAKİ ÇOĞU İNSAN BİLMİYOR!

 

Adım Hatice, Çinliyim. 2013 yılında Müslüman oldum.

1992 yılında Çin’de doğdum. İki ablam ve bir erkek kardeşim var. Annem Hristiyan’dı fakat ailemizdekilerin çoğu, -Çin’de yaygın olduğu üzere- ateistti.

Ben okula başlamadan önce annem her pazar günü beni kiliseye götürürdü. Oraya gidenler, genellikle kadınlardı. Onların söyledikleri ilahileri hızlı bir şekilde ezberliyor ve onlarla beraber söylüyordum.

Kilisede bedava yemek ve çocukların sevdiği şekerler dağıtılıyordu. O yüzden kiliseyi çok seviyordum. Fakat okul başlayınca annem beni bir daha kiliseye götürmedi. Çünkü resmî eğitim sistemine göre ateistlik zorunlu olduğu için okul çağındaki çocukların dinî eğitim almaları yasaktı. Hâlâ hatırlıyorum, ilkokul arkadaşımın ninesi Hristiyan’dı. Kilisede her görüştüğümüzde bize Hz. İsa’nın tekrar dünyaya geleceğini söylüyordu. Biz de ona “Ölen insan nasıl tekrar dirilecek?” diye soruyorduk. O ise, “İsa mutlaka gelecek, sen yeter ki inan!” derdi. Ben de “Bu kadın yaşlandığı için saçma sapan konuşuyor.” diye düşünürdüm.

Benim ninem ve köydeki çoğu yaşlı, putlara tapıyordu. Okulda ateist bir eğitim aldığımız için putlara tapmak da bana anlamsız gelirdi. Köyümüzde hiç Müslüman yoktu, bu yüzden İslâm’ı tanıma fırsatım olmadı. Böylece ateist olarak büyüdüm. Üniversiteye kadar hep derslerimle meşgul olduğum için bu yıllarımı dînî mevzularda çok düşünmeden geçirdim.

Üniversitede İngilizce bölümünde okudum. İkinci sınıfta, “Avrupa’daki Kültürler” adında bir dersimiz vardı. Bu dersin hocası, Filipinli bir Hristiyan’dı. Bir gün bize dünyadaki üç büyük dini anlattı: Yahudilik,

Hıristiyanlık ve İslâm. Kitapta en çok Hristiyanlık hakkında bilgi vardı. Öğretmenimiz de Hristiyan olduğu için ders misyonerlik dersi gibi geçiyordu. Hocanın İslâm’dan bahsederken aşağılayıcı bir üslûp kullanması beni çok rahatsız etti. “Biz ateist olmamıza rağmen farklı inançtaki insanlara saygı duyulması gerektiğini biliyoruz. Sen hem bir Hristiyan hem de bir öğretmen olarak neden başka dinle alay ediyorsun?” diye içimden geçirdim. O günden sonra ben bu üç dini araştırmaya karar verdim.

İlk olarak Yahudilik ve Hristiyanlık hakkında bilgi edinmeye başladım. Eski Ahit ve Yeni Ahit’ten peygamberlerin kıssalarını öğrendim. Bu okumalarımın neticesinde Yahudi olamayacağıma karar verdim. Zaten Yahudi bir anneden doğmadığım için bu dine giremezdim. Ayrıca bu dinin bana verdiği his, kendini beğenmişlik ve kibirdi. Böyle bir kimse olmayı da istemiyordum.

Hristiyanlık bana pek yabancı değildi ama ‘teslis’ten dolayı bu din bana çok mantıklı gelmedi.

En son İslâm dinini araştırmaya başladım. Sınıfımızda sadece bir Müslüman vardı. Ona İslâm hakkında sorular sordum. Onun bizden pek farkı yoktu. Tek farkı, domuz eti yememesiydi. Bu yüzden onun Müslüman olduğunu uzun süre fark etmemiştik. Maalesef bu kız da İslâm hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Bir süre sonra internetten Çince Kur’ân-ı Kerîm meâli satın almaya karar verdim. Meâli elime alıp da ilk sayfayı açtığımda şaşırdım. Ana dilim Çince’yi bildiğimden şüphe ettim. Çünkü bu Çince, benim konuştuğum Çince’den farklıydı.

Kur’ân-ı Kerîm’i karıştırırken Nisa Sûresi’ne rastladım. “İnternette ve televizyonda sürekli Müslüman kadınların değersizliğinden ve zulüm altında ezilmişliğinden bahsediliyor. Bakalım Müslümanların

kitabı bu konuda neler anlatıyor?” diye düşündüm.

Nisâ Sûresi’ni okuduktan sonra şunu anladım: İslâm kadınlara değer veriyor, kadının hakkını koruyordu. Bu, çok hoşuma gitti çünkü başka dinlerde böyle bir şey görmemiştim. Böylece nihayet İslâm’la ilgili doğru bir bilgi kaynağı edindiğimi anladım. Ancak derslerim ağırlaşınca bu araştırmaya ara vermek zorunda kaldım. 2013 yılında üniversiteden mezun olup evime döndüm.

Okul bittikten sonra sıkıntılı günler yaşadım. İş bulmak çok zordu. Ailemden bu konuda sürekli baskı görüyordum. Kendi evimde bile nefes alamıyordum. İç dünyam bomboş ve huzursuzdu. Bazen “Ben neden bu kadar çabalıyorum? Zaten sonuçta öleceğim ve ölürken yanımda hiçbir şey götüremeyeceğim. Dünya hayatı geçici ve sınırlı. Üniversitede okuma hayalim vardı, gerçekleşti. Diğer hedef veya hayaller de bitecek. Nihayetinde hayat da bitecek. O zaman ben niçin bu dünyaya geldim? Sadece okul okumak ve iş bulup çalışmak için mi? Hayatın manası bu mu?” diye düşünüyordum.

Oldukça buhranlı bir döneme girdim. Her gün şu üç soru hakkında düşünüp duruyordum: “İnsan nereden geldi? İnsan niçin dünyada yaşıyor? İnsan öldükten sonra nereye gidecek?” Evet, belki sizin için bu sorular çok basit. Size göre küçük çocuklar bile bu soruların cevabını bilir. Fakat dünyadaki çoğu insan bilmiyor!

Bir ateiste göre insan maymundan gelmiştir. Kısa bir hayat boyunca sadece mutlu olmak için çalışır. Öldükten sonra ise yok olacaktır. Bu sebeple ateist insan; mutlu olmak, hedefine ulaşmak için kural tanımadan her şeyi yapar. Merhamet bilmez, ahlâk tanımaz. Sadece kendi menfaatini tanır. Ben böyle bir hayat istemiyordum ama sorularıma cevap da bulamıyordum. Cevap bulmak için uzun bir süre sonra tekrar Kur’ân-ı Kerîm’i açtım ve okumaya başladım.

Hidâyet, mucize gibi bir şey. Allah’ın izniyle Kur’ân’da üç sorumun da cevabını buldum:

İnsan, Hz. Âdem’den geldi. Bu dünyada imtihan için yaşıyor. İnsan için öldükten sonra hesap var.

Ancak âhiretle ilgili âyetler sanki üstüme üstüme geliyordu. Îman edenlerin ve îman etmeyenlerin durumunu tekrar tekrar düşünüyordum. “Eğer âhiret gerçek değilse bu inançtan zaten bana hiçbir zarar gelmez. Ama eğer âhiret gerçekse benim hâlim ne olacak? Ben hangi gruptanım?” diye kendime dönüp baktım. Îman edenlerden değildim, îman etmeyenler grubundaydım. Îman etmeyenlerin sonu ise cehennemdi. Bunu anlayınca içime bir korku düştü. Cehenneme gitmek istemiyordum. Bu korkuyla camiye gittim ve imamla konuştum. O da bana üç kitap verdi. Biri akâid ve tefekkürle ilgiliydi. Diğer ikisi siyer ve ilmihâl kitaplarıydı. Bu kitapları okuduktan sonra benim dünya görüşüm tamamen değişti. İnternetten İslâm’ı araştırmaya devam ettim. Kur’ân’daki ilmî âyetler, asırlar sonraki keşifleri haber veriyordu. Bunları gördükçe Kur’ân’ın asla insan eseri olamayacağını anladım. Böylece içimdeki îman tohumu filizlenip büyüdü. Artık bir karar vermiştim. Müslüman olmak istiyordum. Çok heyecanlı bir şekilde câmiye gittim ve kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldum.

Elbette ki îmanla birlikte imtihan da gelir. Annem ve babam bendeki değişimi fark ettiler. Onlar benim eski hâlime dönmemi istiyorlardı. Babam beni dövdü ve evde hapsetti. Bir gün bir fırsatını buldum ve evden kaçtım. Hicret niyeti ile başkent Pekin’e doğru yola çıktım. Bana yardım edebilecek hiç kimsem yoktu. Ailem, akrabalarım yoktu. Âciz ve yalnızdım. Ama inanıyordum ki; Allah beni asla yalnız bırakmayacak. Gözyaşları içinde ve içtenlikle dua ettim: “Allah’ım! Sen’in dinini yaşamak için hicret ediyorum. Yanımda hiç kimsem kalmadı, ancak Sen varsın! Ancak Sen’den yardım isterim. Sen beni bırakma!”

Başkente ulaştıktan sonra, Allah bana Müslüman kardeşlerimi yardımcı olarak gönderdi. Âmine ve Leyla bana yardım etti. Bir hafta içinde özel bir kolejde anaokulu çocuklarına İngilizce öğretmenliğine başlamak nasip oldu. Orada bir sene kaldım, sonra Kur’ân öğrenmek için Türkiye’ye geldim. Ailem

önceden çok tepki gösteriyordu. Duâ ve sabır neticesinde onlar da yumuşadılar. Allah onlara da hidâyet nasip eylesin.

Hayat kısa. Biz dünyaya yalnız olarak geldik ve yalnız olarak gideceğiz. Ama unutmayalım! Yanımızda hiçbir zaman bizi terk etmeyen Allah’ımız vardır!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir