2004-2006 yılları arasında Aziz Mahmut Hüdayî ve Fasl-ı Bahar Kız Kur’ân Kurslarında eğitim gördüm. İslâmiyet’le ve Müslüman olmakla ilgili birçok şey öğrendim. Buradaki süreç tamamlandıktan sonra, dâvâm için çalışmak, bu kurslarda öğrendiğim ve bana kalbimden taşacakmış hissini veren bilgileri başkalarına aktarmak için Amerika’ya geri döndüm. 11 Eylül olayları sebebiyle yönetim ve diğer din mensupları tarafından Müslümanların sürekli kötülendiği bir Amerika’ya dönmüştüm. Bunların beni dâvâmdan caydırmasına izin vermedim. O zamandan itibaren aldığım yol, katettiğim mesafe muazzamdı. Ancak bazen hiçbir şey değişmeyecek, işler daha iyiye değil de daha kötü- ye gidecekmiş gibi hissediyordum. Fakat sahâbe efendilerimizin (r.a.) yaptığı gibi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in mesajını bilmeyenlere ulaştırmaya kararlıydım. Sadece Allah’ın yardımı ve lütfu ile Amerika toplumunda Müslümanların yerinin ve bununla beraber dâvâmızın yüzünün de yavaş yavaş değişmeye başladığını gözlemledim. İslâm ar- tık korku veren bir şey olmaktan çıkmış, insan ve Müslümanlık hakları savunulur olmuştu.
Türkiye’den döndüğümde Amerika, İslâm konusunda kargaşa içindeydi. İslâmiyet’i tanıtmak için verdiğim günlük mücadelede, ‘terörist’, ‘hain’ gibi ifadelerle çağrılıyordum.
Buna rağmen sosyal bağlantılar- la, barışçıl ve nezâketli bir tavırla insanları eğiterek bu durumu sonlandırmaya çalıştım. Kötülük karşıma çıktığında, Peygamberimiz (s.a.v.)’in sözlerini hatırlayıp sade- ce kalbimle bile olsa, “Selâm!” deyip yoluma devam ettim. Bu sebep- ten, beni tanıyan birçok insan bana güvenmeye başladı. İslâm’la ilgili sorularına cevaplar arayıp benden tavsiyeler aldılar. Etrafımdaki in- sanlar, bana yakın olanlar, anlamadıkları şeyler ve sordukları sorular hakkında onlara saldırmayacağımı ya da onlarla alay etmeyeceğimi biliyorlardı. Zamanımı ve dikkatimi tam bir sevgi, bağışlama, sabır ve şefkatle kendilerine vereceğimi biliyorlardı. Dinim ile karşı karşıya getirildiğimde bunu şahsıma karşı bir düşmanlık olarak görmedim. Ak- sine, onlarda Hazreti Ömer (r.a.)’ı, Allah’ın onun kalbine dokunmadan önceki hâlini gördüm. Onlarla Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Taif ve Mekke halkına konuştuğu gibi konuştum. Benim gülümsemem ve alçakgönüllülüğüm, -aramızdaki fikir ayrılığı sürse bile- onları en azından beni dinlemeye başlayacakları noktaya getirdi. Kalpleri yavaş yavaş yeni fikirlere açılmak- taydı. Çoğu kez insanların yanıma apaçık bir nefret ve öfkeyle gelip yanımdan ayrılırken “Sen, kesinlikle benim zannettiğimden farklı bir Müslüman’sın.” dediklerini duydum.
Amerika’ya ilk geldiğim günlerden bugünlere dâvânın gidişâtı değişti. Bugün, Müslümanlar o günlerdeki kadar korku ve nefretle karşılaşmıyorlar. Bu, tabii ki son dönem politikalarının da bize gösterdiği gibi, herkese güvenebileceğimiz anlamına gelmiyor. Bununla birlikte, gayrimüslimlerle günlük ilişkiler değişti ve öfke büyük ölçüde azaldı.
Dâvâ budur.
Dâvâ; doğru-yanlış tartışmasından ziyâde kalpleri fethetmektir. Öyle yaklaşmalıyız ki; bir süre sonra -hâlâ bize inanmasalar bile- en azından tahmin ettiklerinden farklı olduğumuzu söyleyebilmeliler.
Dâvâ; Müslümanlar olarak hayatımızı belli kurallara göre yaşadığımızı anlamalarını sağlamaktır. Bu da temiz, düzenli bir hâlde, sevgiyle ve nazikçe olur.
Dâvâ; onlara İslâm’ın televizyonda gördükleri gibi olmadığını göstermektir.
Dâvâ; yüreklilik ve cesaretle dünyayla yüzleşmek, çürük yumurtalardan bıkmamaktır.
Bunlar, Amerika’nın en son baş- kanı gibileri olsa bile…
Dâvâ; kötünün sizi etkilemesi- ne, dengenizi kaybetmenize izin vermemektir. Çünkü aksi takdirde konuşmaya çalıştığınız kişilerden daha iyi olamazsınız. Bu, dâvânın cihâdıdır. Bu, tırmanılması gereken dağdır.
Dâvâ; İslâm hakkında her şeyi bilmek değil, İslâm’da rol-model olan kimselerin ışığını topluma yansıtmaktır. Bu kimseler; Peygamber Efendimiz (s.a.v.), sahabe efendilerimiz ve onlardan sonra İslâm nûrunu bugüne kadar taşımış olanlardır.
Dâvâmın bir parçası olarak, 2007 yılında Müslüman insanlara yardım etmek için Süreyya Anne Vakfını kurdum. Allah Teâlâ, bu vakfı, dünya çapında bu kadar çok sıkıntıya neden olan pandemi karşısında bile gelişmeye devam etme imkânı ile mükâfatlandırdı. Süreyya Anne Vakfı, yıllar boyunca yüzlerce insana ayakları üstünde durabilmesi için yardım etti. Vakfımızın odak noktası çoğunlukla Müslümanlardır. Fakat bazen sahip olduğumuz nimetleri Müslüman olmayanlarla paylaşmamız gerektiği zamanlar da olmuştur. O dönemlerde hayra ve- sile olmanın ve Allah’ın nimetlerini komşularımızla paylaşmanın mutluluğunu yaşadık. Suriye’den mülteciler gelmeye başladığında, onların yeni ortamlarına yerleşmelerine ve Amerika’da bir hayat sürdürebilmeleri için ihtiyaç duydukları şeyleri temin etmelerine yardımcı olmaya hazırdık ve bunu başarabildik. Aynı zamanda, Süreyya Anne Vakfı ağacının dallarından olan başka bir vakfımız daha var. Bu vakıf, ev kirasını ve okul ücretlerini ödedikten sonra geriye parası kalmayan üniversite öğrencilerine gıda ve ihtiyaç yardımı ulaştırıyor. Böyle bir vakfın dâvâ için neden önemli olduğunu sorabilirsiniz. Önemli; çünkü bu yardım, Müslümanları toplumun vazgeçilmez bir dokusu hâline getirir. Bizi, problemlerden ziyâde çözümlerin bir parçası yapar. Toplumun bir parçası olmak, Müslümanların üzerindeki şüphe ve nefreti azaltır. Süreyya Anne Vakfı gibi vakıflar, Müslümanları, politikaların konuşulduğu ve etkilerin oluşturulduğu masaya getirir. Her fikri değiştiremeyebiliriz fakat toplumda her grupla eşit söz hak- kına sahip olduğumuzda en önemli fikirleri değiştirmeye çalışmalıyız.
Bugün, her zamankinden daha fazla, Müslümanlar tarafından da dâvâmın harcandığını görüyorum. Müslümanlık giderek artan bir şekilde dünya toplumunun bir parçası hâline gelirken, kendi içindeki farklılıklar genellikle Müslümanlar arasında çatlaklara neden olmuştur.
Kendimi çoğu zaman diğer Müslümanlarla kötü deneyimler yaşadığı için dinini değiştirenlerle konuşurken buluyorum. Bazı Müslümanların İslâm’ın iyi bir örneği olmadığını anlamalarına yardımcı olmak zorunda kalıyorum. Bu durum, zor sorular soran herhangi bir gayrimüslime gösterdiğim kadar sabır ve nezaket, sevgi ve empati göstermemi gerektirir.
İslamî tahsil gördüğüm kurslarda öğrendiğim sevgi ve merhamet yolundan çok farklı bir yolda olan diğer Müslümanlar tarafından sık sık saldırıya uğradım. Bu, onlara sert ya da kaba davranabileceğim ya da inandıkları şey hakkında bir yargıda bulunabileceğim anlamına gelmez. Kendini dâvâya adayan kişi, kimseyi yargılamaz. Biz, insanlardan değil günahtan nefret ederiz. Bana Müslüman olmadığımı söyleyen bazı Müslümanlarla karşılaştım. Onlara iman ve niyeti sadece ama sadece Allah’ın bildiğini anlatmaya çalıştım. Ama onlara aynı nefretle saldıramam; çünkü öyle yaparsam onların kalpleriyle konuşabilmemin bir yolu olmayacak. Bu dâvâ, dengenizi asla kaybetmemek, derse devam etmek, Müslümanlara olduğu kadar gayrimüslimlere de öğretmeye çalışmak demektir.
Allah, bizi bu dâvâ mücâdelemizde, zamanımızın bütün fırtınaları ve zorlukları karşısında dengede kalmak üzere muhâfaza etsin.
Allah bizi korusun, Peygamberimiz (s.a.v.)’in nûrunu dünyaya yansıtsın. Bizleri de bu zamanda ve âhirette bir nur ve rahmet vesîlesi eylesin.
Allah (c.c.) kabirdeki sorgu suâlimizi kolaylaştırsın, iyi amellerimiz son gün terazide ağır gelsin.
Allah, bizi dâvânın en iyileri ara- sına katsın. Dünyaya İslâm’ın hakikatini anlatmak hususunda bize yardım etsin.
Âmin.
(JACKIE) MELEK ZEYNEP OYLUDAĞ