2021 HAZİRAN - 2. SAYI Dergi Genel

BİR SEVDADIR TEBLİĞ VE HİZMET

Allah Teâlâ’nın kitabını ve Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünnetini hayatımıza tatbik edip, hakkı tebliğ ve halka hizmet vazifesinin gönlümüzde bir sevda hâline gelmesi zarûrîdir.

Zira bir mü’min, hayatını hizmet ve tebliğ ile geçirmelidir. Tıpkı ashâb-ı kirâm gibi…

Hizmet için Almanya’ya gideceğimi ilk duyduğumda hem heyecanlandım hem de korktum. “Avrupa nasıl bir yerdi, insanları nasıldı, tebliğ faaliyetleri ne şekilde yapılıyordu?” gibi pek çok soru ile zihnim doluydu.

Tafsilâtlı bir araştırma yapmak için çok zamanım yoktu. Yine de Almanya’nın genel durumu hakkında birkaç bilgi edindim. Almanya, Avrupa’nın tam ortasında yer alıyor. 16 eyaleti var. Nüfusunun %62’si Hristiyan, %0,2’si Yahudi, %4,9’u Müslüman, %33’ü ateist. Müslüman nüfusun büyük çoğunluğunu ise Türkler oluşturuyor. Bunu bilmek için ârif olmaya hâcet yok tabii ki.

 

Peki, Türkler oraya ilk defa ne zaman ve niçin gittiler?

Dünya Savaşı’ndan sonra 31 Ekim 1961’de Almanya ile “Türk İşgücü Anlaşması” imzalandı. Böylece ilk olarak iki bin beş yüz Türk, Almanya’ya göç etti. Oraya işçi olarak giden insanlar birkaç sene Almanya’da kalıp dönmeyi düşünüyorlardı. Kaldıkları sürede çalışıp biriktirdikleri parayla memleketlerinde iş kuracak, ev veya araba alacaklardı. Fakat işler planlandığı gibi gitmedi. Almanya’ya yerleşmek gibi bir düşünceleri olmayan gurbetçiler, orada yarım asrı geride bıraktılar. Bugün Almanya’da üçüncü nesle ulaşan üç milyon Türk bulunmaktadır.

Almanya’da Türk çocukları

Üçüncü Nesil

Türkiye’den gayrimüslim bir ülkeye dinimizi tebliğe giden biri olarak hedef kitlelerimizden biri üç nesilden beri orada yaşayan, artık oraya yerleşmiş olan kardeşlerimizdi.

Zamanın ve uzaklığın getirdiği en büyük afetlerden birisi de gitgide değişen ve asimile olan tesettür anlayışı. Öyle ki bu durum, Almanların gözünden dahi kaçmamış. Yaşadığım bir hâdiseyi anlatmak isterim.

Kızımı doktora götürmüştük. Doktor, kızımın eteğini tutarak “Neden bunu giyiyorsun?” diye sordu. Kızım, “Çünkü Müslüman’ım.” cevabını verdi. Bunun üzerine doktor tayt ve pantolon benzeri kıyafetleri kast ederek “Öyleyse diğer Müslümanlar neden bunları giyiyor?” demişti.

Yine bir talebemin başörtüsünü çeken ırkçı bir Alman öğretmen “Bunu neden takıyorsun?” diyerek onu herkesin içinde rencide etmişti. Öte taraftan “Sizin kitabınız Kur’ân nelerden bahsediyor?” diye soran Hristiyan öğretmenler de yok değildi.

Tebliğde bir diğer husus da sabırla devam etmektir ki; kimin ne zaman hidâyete ereceğini Allah bilir. Onlar- dan biri de kızımın okulunda çalışan bir Türk kardeşimizdi. Kendisi Müslüman’dı ama İslâm’la alakası yoktu. Gayrimüslim âdetlerini benimsemiş, âdeta onlara benzemişti. Her gün kızımı okuldan almak için gittiğim de mutlaka ona selam verip hâlini hatrını sorardım. Perşembe günleri hanımlara yönelik olan sohbetimize davet ederdim. Her seferinde bir bahane bulur ve gelmezdi. Onu beş yıl boyunca davet ettim. Bir gün yine sohbet için onu çağırdığımda nihayet kabul etti. Ve o gelişinden sonra da bir daha hiçbir sohbeti kaçırmadı. “Beş yıl boyunca bu sohbetleri nasıl kaçırdım, neden gelmedim? Sohbetlerin kıymetini şimdi anlıyorum.” diyerek ağlardı. Bu ablamız sohbetlere katıldıktan sonra namaza başladı, tesettüre girdi.

Ailesi ile çok ciddi mücadeleler yaşadı; ancak vazgeçmedi, sabretti. Hatta daha sonra eşi de namaza başladı.

Birlikte umreye gittiler ve İslâm’ı hakkıyla yaşamaya başladılar. Bu; onun ailesine olan şeflati, tebliğdeki sabır ve sebatı sayesinde gerçekleşti.

Gurbete Değer mi?

Almanya’daki Türkler gurbet içinde gurbeti yaşıyorlar. Bunun için orada kardeşliğin daha yoğun bir şekilde yaşandığına şahit oldum. Almanya’ya ilk gidip yerleşen teyzelerimizin ayrı ayrı hikâyelerini dinledikçe hüznün ve sevincin bir arada nasıl olabildiğini gördüm. İçlerinden biri, bir gün bana şöyle demişti: “Hocam, Türki- ye’deki kardeşlerimiz orada ne gördün diye sorarlarsa de ki:

Yemek için sadece soğan ekmeğiniz olsa da, daha çok çalışıp daha çok kazanayım diye ailenizden ayrılmayın. 70’li yıllarda çalışmaya geldiğimizde vardiyalı sistemle işe girmiştik. Çocuklarımıza burada bakacak kimseyi o yıllarda bulamadığımız için onları Türkiye’ye annemgilin yanına gönderdik. Oğlum altı aylıkken ondan ayrılmak zorunda kaldım. İşten dönerken oturduğum apartmanın katlarını çıkarken bir kapıdan çocuk sesi geldiğini duyarsam, o kapıya yaklaşır, hem o sesi dinler hem de ağlardım. Çocuklarımın özlemini yüreğimde bir kor gibi sakladım. Sadece yıllık izinlerde görüşüyorduk. Oğlum büyüdü. Yirmi bir yaşında iken Türkiye’de trafik kazasında vefat etti.

Şimdi evim, arabam, malım, mülküm var; gel, sor ki mutlu musun?” diye anlatır ve sürekli ağlardı.

Anne babada çocuklarını geride bırakmanın acısı ve özlemin sancısı kaldığı gibi çocuklarda oluşan derin travmalar da yıllar geçse bile unutulmuyordu.

55 yaşında olan bir ablamız, “3 yaşında iken annemin ve babamın bizi bırakıp gidişini hatırlıyorum. Bizi bırakıp gittiler. Daha sonra her yaz hediyelerle gelip gitmelerini unutmadım, unutamıyorum.” diyerek yaşadığı psikolojik rahatsızlığın geçmişinin o günlere dayandığını anlatırdı. Yıllar sonra kendisi de Almanya’ya gelin olarak gelmişti. Ancak çocuklukta yaşadıkları sebebiyle annesini anne gibi görmediğini ve o sevgiyi hissetmediğini söylerdi.

Bunun gibi daha nice yürek yakan hikâyeler var…

 

Almanları İslâm’la Tanıştırma Çabaları

Almanya çok göç alan bir ülke. Bu nedenle birçok millet, burada beraber yaşıyor. Almanya’ya geldikten sonra Almanlarla ilgili gözlemlerim ve tecrübelerim oldu. Pek çok şekilde Almanların çok dost canlısı olmadığına şahit oldum. Sadece bir iki tane yakın arkadaşları var. Genelde her evde köpek besleniyor. Çocuklar, on sekiz yaşına girdiklerinde arkadaşlarıyla ev tutup birlikte yaşamaya başlıyorlar. Dakik, sistemli, kurallara uyan bir millet.

Bir yandan Müslüman kardeşlerimizle pek çok faaliyet yaparken, diğer taraftan Hristiyanlarla belirli aralıklarla câmi ziyaretleri yapıyorduk. Müslümanların nasıl bir hayat sürdüklerini görmeleri için onları da davet ediyor ve tercüman aracılığı ile iletişim kuruyorduk. Bu vesile ile bize pek çok soru soruyorlardı:

-Oruç tutarken yaklaşık 17 saat nasıl yemeden içmeden duruyorsunuz?

Böyle yaparak bedeninize zarar vermiyor musunuz? Allah sizin kendinize acı çektirmenizi niçin istiyor?

-Günde beş vakit namaz size zor gelmiyor mu?

-Camileriniz neden genelde mavi tonlarında?

-Secdede ne hissediyorsunuz?

-Kadınlar namaz kılarken neden cemaatin arkasında duruyorlar?

Adı ne olursa olsun İslâm’ı bilmeyen, “Son Peygamber”den haberi olmayan bir coğrafyada yaşamak demek; gönlünün, dilinin ulaştığı her kimseye İslâm’ı anlatma ihtiyacı hissetmek, âdeta “Sesimi duyan var mı?” feryâdı ile insanların arasına karışmak demekti. Sesimin ulaşmadığı ancak yol- da yürürken gözümün değdikleri için ise içten bir niyaz ile “Yâ Rabbim, sen bu kimselere hidâyet ver!” diye duâ etmekti.

Almanca dil kursundaki hocama ve oradan sınıf arkadaşım olan emekli öğretmen Katerina’ya, İslâm’ı anlatan kitaplar yanında çiçek çikolata gibi ufak hediyeler de verirdim. Neredeyse altı ay sonra hocam bana “Hatice, sanırım sen benim Müslüman olmamı istiyorsun. Ama bu imkânsız. Ben Katoliğim.” demişti.

Diğer mezheplere nazaran Katolik olanlar dinlerine çok daha sıkı bağlıydılar. Yine kızımın sınıf öğretmeni de gönderdiğim hediyeler arasındaki İslâmî kitaplardan rahatsız olmuştu. Böyle tebliğe kapalı olanlar olduğu gibi bizi içtenlikle dinleyen, merak edip sorular soranlar da vardı elbette. Aile hekimimiz olan Dr. Guys’a da böyle pek çok kitap götürmüştüm.

Müslüman olup olmadığını bilmiyorum ama sekreteri kitapları okuduğunu ve çok memnun kaldığını söylemişti. Araştıran, merak eden birisiydi. Biz hacdayken babam, kızımı Dr. Guys’a götürmüş. Babamın gömlek cebinde daima Kur’ân-ı Kerim olurdu. Cepteki şişkinliği fark edip soran doktor, onun Kur’ân-ı Kerîm olduğunu öğrenince merak etmiş, incelemiş ve Kur’ân hakkında sorular sormuş.

Almanlarda Noel dışında hediyeleşme kültürü yok. Türklerin sık sık birbirlerine bir şeyler hediye etmesine çok şaşırıyorlar. Hattâ “Bunları bana bedava mı veriyorsunuz?” gibi sorularla da karşılaştığımız oluyordu.

Almanya’daki Câmi Hizmetleri ve Yaygın Eğitim

Almanya’da din görevlisi olarak bulunduğumuz yer, Köln şehrinin Chorweiler semtinde sanayi bölge- sinde yer alan bir câmiydi. Burası önceden tır garajı olarak kullanılırmış. Yaklaşık beş yıl önce câmiye çevrilmiş. Dışarıdan baktığımızda câmiye benzemiyordu; ama içi öyle değildi.

İnsanın içini ısıtan, temiz ve güzel bir mekândı. İlk iki katı tıpkı Türki- ye’deki bir câmi gibi tezyin edilmişti. Yan taraflarında sınıflar; alt katta büyük bir salon, gençlik merkezi, mutfak; üst katta ise lojman vardı.

Yerleştikten hemen sonra kadın kollarında görev yapan kardeşlerimizle tanıştık. Oradaki faaliyetlerle ilgili bilgi aldım. Burada hem okula giden talebelere hem de hanımlara hizmet veriliyordu. Altı hoca hanım, yaklaşık yüz tane de talebe vardı. Talebeler hafta içi okula gidip hafta sonu da câmiye geliyorlar, Kurân-ı Kerim ve dînî bilgileri öğreniyorlardı. Hanımlar da cuma günleri bir araya gelip lahmacun yapıyorlar, yılda birkaç defa da hayır pazarı düzenliyorlar, bu sayede de câminin giderleri için katkıda bulunuyorlardı.

Din görevlileri, dernek başkanlarıyla birlikte hizmet ediyorlardı.

Hristiyanlığın hâkim olduğu bir toplumda büyüyen Müslüman çocuklarıyla daha çok ilgilenmemiz gerekiyordu. Kendi din ve kültürlerine uygun bir biçimde yetişmeleri için daha sistematik çalışmalı, çeşitli programlar ve etkinlikler bulmalıydık. Bu konuyla ilgili oradaki hocalarla istişare ettik. 4-6 yaş grubu için eğitim imkânı olmamasının büyük bir problem olduğunu düşünerek diğer bölgelere de örnek teşkil edecek bir hizmetin adımını attık.

Genç hocalarımız Almanya’da çocuk gelişimi eğitimi aldıktan sonra Türkiye’ye geldiler. Türkiye’de ise 4-6 yaş çocukları için din eğitimi hakkında verilen iki haftalık bir seminere katıldılar.

Almanya’nın eğitim sisteminde ara tatiller vardır. Bunu fırsat bilerek yatılı eğitim kampları düzenledik. Bu kamplar, Almanya’da bir ilkti elhamdülillah. Türkiye’deki kurslarımızda hem okurken hem de hocalık yaparken almış olduğumuz eğitimlerin burada çok faydasını gördüm. Gece nöbeti, yatakhane ve yemekhane düzeni, talebe ile yapılan etkinlikler gibi ne varsa hepsini sırasıyla uygulamak ve olumlu sonuçlarını görmek çok güzeldi.

Türkiye’den gelip diğer câmilerde görev yapan bazı hoca hanımlar “Bu kadar yoğunluk zor olmuyor mu? Nasıl yapıyorsun?” diye sorarlardı. “Allah için yapınca her iş kolaylaşıyor, yeter ki muhabbet ve aşk ile yapılsın.” derdim. Çünkü başta Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ve ashâbı olmak üzere hocalarımızdan ve büyüklerimizden böyle görmüştük.

İlk zamanlar, çocukları namaz için câmiye çağırdığımızda istemeyerek geldiklerini fark ederdim. Onları heyecanlandırıp coşturmak için “Aşk ile namaza gidelim.” cümlesini

söylemeye başladık. Bu söz aramızda slogan olmuştu. İlerleyen zamanlarda öğrencilerimizi namaz için çağırırken “Câmiye nasıl gideceğiz?” diye sorardım. “Aşk ile hocam, aşk ile…” derler ve neşeyle câmiye girerlerdi.

Sanırım bu slogan zihinlerinde ve kalplerinde yer etmişti. Zaten işin başı da sonu da sevgi değil miydi?

 

Almanya’nın eğitim sisteminde ara tatiller vardır. Bunu fırsat bilerek yatılı eğitim kampları düzenledik. Bu kamplar, Almanya’da bir ilkti elhamdülillah. Türkiye’deki kurslarımızda hem okurken hem de hocalık yaparken almış olduğumuz eğitimlerin burada çok faydasını gördüm. Gece nöbeti, yatakhane ve yemekhane düzeni, talebe ile yapılan etkinlikler gibi ne varsa hepsini sırasıyla uygulamak ve olumlu sonuçlarını görmek çok güzeldi.

Çocuklarla ailelerinin de izlediği programlar yapardık. Aileler, çocuklarının olumlu yönde değiştiğini bize bildirirlerdi. Bu, bizi daha da şevklendiriyordu.

Genç kız ve erkeklere yönelik hafta sonu ders, hafta içi sohbet ve seminerlerimiz de oldu. Daha ileri düzeyde ilim almak isteyenlere dört  yıllık bir program düzenledik. Ka tılanlar, bunun sonucunda sertifika aldılar. Bu kardeşlerimizden bazıları câmimizde hizmete başladılar. Bu eğitim aynı zamanda isteyen hanım gruplarında da uygulandı. Eğitimin ilk yılında sınav yaptığımız hanım kardeşlerimiz birkaç satırı zar zor yazarken dördüncü yılda üç sayfalık sınav kâğıdı verecek seviyeye geldiler. Bu sınıftan talebem olan ve ismini anmadan geçemeyeceğim Nefise Me- miş kardeşimizle şöyle bir hatıram olmuştu:

Bu kardeşimiz, dört yıllık eğitimi duyduğunda câmimize gelerek kayıt oldu. Üç yıl boyunca sınıf birinci-

si olarak devam etti. Üçüncü yılın sonunda kendisine mide ve bağırsak kanseri teşhisi konuldu. Teşhisten önce de tüm ağrı ve ızdırabına rağ- men derslere düzenli bir şekilde devam etti. Yaz tatilinde hastaneye yatan Nefise ablamızı ziyarete gitti- ğimde gözlerimi dolduran bir tablo ile karşılaştım. Kapıyı açtığımda Nefise Abla “Nebiler Silsilesi 1” ki- tabını okuyordu. Kendisine espri ile karışık bir şekilde “Sen dördüncü sı- nıfa geçtin, bunları çoktan bitirdin.” diye takıldım. “Kanser olduğumu ilk öğrendiğimde bu kitaplarda oku- duğumuz peygamberlerin hayatları, karşılaştıkları çile ve imtihanlara karşı gösterdikleri sabır aklıma geldi. (Elindeki kitabı göstererek) Ben bununla teselli buldum.” diye cevap verdi. Nefise kardeşim, altı ay içinde vefat etti.

Yine derslere ve sohbetlere düzenli katılan Fatma Ablamız vardı. “Hocam ben depresyondaydım. Bu dersler ve sohbetlerle depresyondan kurtuldum.” derdi. On beş kilometre uzaktan derslere katılıyordu.

 

Tebliğ Mekânına Veda

Görev süremiz bittiğinde yaklaşık dört yüz talebemiz, yirmi hocamız ve sekiz belletmenimiz vardı. Nihâyetinde vazifemizi devrederek Türkiye’ye geri döndük.

Yâ Rabbî! Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker vazifesinin ihmâlinden doğacak acı neticelerden sana sığınırız.

Yâ Rabbî! Beşeriyete en güzel bir örnek şahsiyet olarak armağan ettiğin Rasûlü’nün güzel ahlâkından hisse alarak Hakk’a ve hayra davet vazifemizi lâyıkıyla îfâ edebilmemizi ve Rasûlü’nün yüce şefâatine ermeyi biz âciz kullarına lutfeyle!

 

Âmin!..

HATİCE ALGAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir