Bize, İslâm’ı bilmeyen cahiliye halkını tebliğde bulunma fırsatı verilseydi ne kadar cesur davranırdınız?
“Cahil insanlara doğru dîni öğreteceğim.” mi diye düşünürdünüz?
Diğer Müslüman ülkelerin halklarının, Japonlara yönelik bu tür tavırlar sergilediğine şahit
oluyoruz. Onlar İslâm’ın güzelliği ve muazzamlığından Japonlara bahsedince, gerçek İslâm ile Müslümanların yaşadığı İslâm arasındaki tezat ortaya
çıkıyor ve Japonlar şöyle sorular sorabiliyorlar:
“Dininizi barışçıl ve harika buldum. Peki, neden ülkenizde ve çevresinde terörizm var ve savaşlar sürüyor?”
“Ülkenizdeki hemen hemen herkes Müslüman, peki işyerimdeki Müslümanlar neden içki içiyor?”
Japonya, Türkiye’ye 8500 km uzaklıkta bir Uzak Doğu ada ülkesidir.
Köklü kültürel geçmişi ile modern ekonomik gelişimini bir arada bulundurmayı başarmış ve böylece dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri hâline gelmiştir.
Japonya’da din, II.Dünya Savaşı’ndan sonra politik bir propaganda aracı olarak kullanılmış ve sonrasında yaşanan acı tecrübeler, halkın dinden hızlı bir şekilde uzaklaşmasına yol açmıştır. Şimdilerde dahî maneviyat ve din, halk tarafından çok açık bir şekilde reddedilmektedir.
Japonya’da Budizm ve Şintoizm, geleneksel olarak kökleşmiş durumdadır. Ancak çok az dindar insan, bu dinleri gerçekten benimseyerek yaşamakta ve hayatına bu dinlerin öğretisine göre yön vermektedir. Bu dinlerin ritüelleri hakkında gerçek anlamda bilgi sahibi olan pek az insan vardır.
127 milyonluk bir nüfusa sahip olan Japonya’da, Hristiyanların misyonerlik faaliyetleri 470 yıl önce başlamış olmasına rağmen nüfusun sadece % 10’u yani yaklaşık 11 milyonu Hristiyan. Ancak zamanla Noel, Sevgililer Günü ve Cadılar Bayramı gibi kutlamalar, halkın çoğu tarafından kutlanmaya başlandı ve Japonların kendi dinî bayramları ve geleneksel kutlamaları göz ardı edildi.
Japonya’da İslâm bu son yüzyılda tam olarak tanındı, diyebiliriz. İlk câmi, 1917’de Rusya’daki Bolşevik ihtilalinden dolayı ülkeden göç ederek Japonya’ya sığınan Kazan Türklerinin çabasıyla 1938’de inşa edilen Tokyo Câmii’dir. 2000’lerde yapılan camiler ise Japonya’ya yerleşen yabancı Müslüman öğrenciler tarafından inşa edildi.
Şu anda Japonya’da yaklaşık 110 cami var. Bunların büyük çoğunluğu son 30 yılda yapılmıştır.
Japonlara İslâm’dan ve Müslümanlardan bahsedilince akıllarına katı kuralları olan, uygulaması zor, yiyecekler- le ilgili kısıtlamaları olan bir din ve ibadet edip oruç tutan insanlar geliyor. Ayrıca radikallik, terörizm ve İslamofobi…
Japonya’da İslâm, hâlâ farklı ve garip bir din olarak kabul edilmekte. Bu yüzden ben Müslüman olduğumu söylediğimde bana sık sık şu soru soruluyor:
“Japon olduğun hâlde neden Müslümansın?”
2009 yılında Suriye’ye İslamî ilim tahsîl etmek için gittim. Sonra Malezya’ya, oradan Türki- ye’ye… Oralarda akademisyen olmak için değil, sırf kendi ilmî arayışımı tatmin etmek için okudum. İleride bir gün, bir câmide öğretmenler ve öğrencilerle İslâm hakkında konuşacağımı hiç hayal etmezdim. Yaratıcının planının mükemmelliğine bir kez daha hayran kaldım.
Dârulharp olan bir ülkede doğup sonradan Müslüman olanlar için Dârulislâm olan yerlerde yaşamak daha kolaydır. Japonya’ya dönmeyi bu sebeple hiç düşünmüyordum ama bir gün yaşadığım bir hadise fikrimi tamamen değiştirdi.
Bir gün sınıfta bir öğretmen Allah’ın bize gönderdiği musibetlerden bahsetti. Bir öğrenci “Neden doğal âfetler yaşanıyor?” diye sorduğunda “Allah’a inanmayan insanların bulunduğu yerlerde ceza olarak depremler ve tsunamiler olur; meselâ Japonya. Bu yüzden ora- da deprem ve tsunami çok oluyor.” diye cevap verdi. Bu cevap üzerine şaşkına döndüm. O anda kalbimden dökülen gözyaşlarını hissettim ve dedim ki: “Hayır! Japonlar İslâm’ın gerçekte ne olduğunu bilselerdi, eminim onlar da inanırlardı! Ama ben tsunamide ve depremde ölen insanlara öncesinde İslâm’ı anlatamadım! O yüzden asıl ölen benim, onlar değil!” O günden sonra tek hedefim, Japonya’ya dönmek ve tebliğ faaliyetlerinde bulunmaktı. Ve en yüce olan Allah, bunu gerçekleştirmesi için bu aciz kuluna bir yol açtı, sebepler yarattı. Bu bile tek başına büyük bir mucizeydi benim için.
Japonya’ya geri döndüğümde yeni bir caminin inşa edildiğini gördüm ve çok şaşırdım. Bu yeni camide gönüllü olarak birtakım faaliyetlere katıldım. Tokyo’ya taşındıktan sonra da başka bir camide gönüllü olarak çalışmaya başladım. Tokyo’daki camide kadınlar için dinî dersler veriyor, Müslüman olmak isteyenlere danışmanlık yapıyordum. Aynı zamanda hafta sonu çocuklar için yapılan İslamî derslerle de ben ilgileniyordum. Normalde camiye herkes, İslâm’la ilgilendiği için gelmiyor. Arapça, Arap mimarîsi, Orta Doğu kültürü, Türk mutfağı, tarih gibi ilgilerini çeken diğer konular için geliyorlar. Aslında bu konular hakkında uzmanlarınca bilgi verilirken konu çok rahat İslâm’a getirilebilir ve İslâm çeşitli yönleriyle insanlara tanıtılabilir. Fakat bunun benim işim olduğunu sanmıyorum. Japonya’da İslâm’ı tebliğe başlamadan önce Japon halkı hakkında bilinmesi gereken şeyler var. Her şeyden önce, bu ülkedeki insanların Müslüman olmaması, onların inançsız olduğu anlamına gelmez. Onlar için yeni olan bu din hakkındaki bilgiler buraya genellikle Avrupa ve Amerika yoluyla geliyor ve tabii ki İslâm hakkında olumsuz imaj oluşturuyorlar. Müslüman olmayan bir Japon, Müslüman bir kişinin her cuma günü -gerekçesi ne olursa olsun- yasadışı bir şekilde arabasını şahsî bir otoparkın önüne park etmesi – ve buna benzer başka hak ihlalleri- yüzünden Müslümanları ve İslâm’ı sevemeyecektir.
Bazı insanlar, bizim önemsiz zannettiğimiz ve İslâmiyet’ten kaynaklanan hâllerimizden derinden etkileniyor ve böylece Allah’ı keşfediyor. Müslümanlar olarak bizim görevimiz, insanları din değiştirmeye zorlamak değil, İslâmiyet hakkında doğru bilgiyi paylaşmaktır.
Bazı tebliğciler, “Yarın ölebilirsin, bu yüzden hemen Müslüman olmalısın.” diyerek bazı Japonları korkutuyor ve baskıyla onların Müslüman olmasını sağlayabileceklerini düşünüyor. Ancak ben bunun bu şekilde aceleyle ve baskıyla değil, doğru zamanda doğru metotla gerçekleşebileceğini düşünüyorum. Bir Japon olarak Japon bakış açısıyla İslâm’ı anlattığımda, çoğu insan -anlattığım şeyler ilginç olmasa bile- beni can kulağıyla dinliyorlar. Bu ada ülkesinin halkı, kapılarını yabancılara o kadar kolay açamaz. Pek çok camide hâlâ İngilizce ve diğer bazı dillerde vaaz veriliyor. Japonca vaaz verilen bir cami yok. Bu durum, ülkede azınlık konumunda olan Japon Müslümanlar için zor oluyor ve belki de azınlık olarak kalmaya devam etmelerine yol açıyor.
Pakistanlıların çok olduğu camilerde kadınlara özel yerler ayrılmamış. Tanıdığım Endonezyalı bir aile, kırsal bir bölgeden Tokyo’ya taşındıklarında camiye yakın bir ev buldular. Daha sonra kadınların o camiye girmesinin yasak olduğunu ve orada kadınlara özel kısım ayrılmadığını görünce çok büyük bir hayal kırıklığına uğradılar.
Suriye’de bulunduğum dönemde yetimhanede çocuklarla ilgilendiğim ve çocuklara alışkın olduğum için Japonya’da gönüllü çalıştığım camide oluşan çocuk sınıfında dersler çok eğlenceli geçiyordu. Japonya’da hemen hemen tüm camilerde, yabancı hocalar ağırlıklı olarak Kur’ân veya hadisleri ezberletiyorlar.
Ancak Müslüman olmayan ülkelerde yaşayan çocukların önce Allah’ı tanımaları ve kalplerinde ibadet sevgisinin oluşması gerektiğini düşünüyorum. Japonya’da anne babalar Müslüman olsalar bile, evde çocuklarına bir şey öğretmedikçe, onlara örnek olmadıkça, onları camiye götürüp Kuran öğrenmelerini sağlamadıkça çocuklar “Müslüman” gibi büyüyemezler.
Pek çok Japon anne, çocuklarıyla kaliteli zaman geçirebiliyor. Milliyeti Türk olan Müslüman babalar, çok dindar olmasalar da ülkelerinde kültürel ve geleneksel olarak İslâm’ın yaşanması sebebiyle belli bir dinî kültüre sahiptir. Ancak hem Endonezyalılar hem de Araplar buraya geldikten sonra “Japon”laşıyor. Yani sırf Japonya’da yaşayan yabancı Müslümanların sayısı artıyor diye Japonya’daki gerçek Müslümanların sayısı artıyor mu, bilemiyorum. İslâm’ın doğru öğretilebileceği yerler temin etmek, gelecek Müslüman nesli korumak için bir zorunluluktur.
Tebliğde bulunurken yaşadığım her şey, iyi kötü pek çok anımın olmasına sebep oldu. Kadınların, camide çalışmalarından memnun olmayan erkekler tarafından kınanması ve çeşitli kültürel geçmişlere sahip Japon ol- mayan Müslümanların getirdikleriyle Japon kültürü ve gelenekleri arasındaki farklılıkların neden olduğu sıkıntılara tahammül etmek bazen zordu. Ama aynı zamanda unutulmaz deneyimler de yaşadım.
Bir gün bir kadın caminin kapısının önünden kaygıyla içeri bakıyordu.
“Lütfen içeri gelin.” diyerek onu tebessümle içeri davet ettiğimde rahatladı ve yanıma geldi.
– Nereden geliyorsunuz?, diye sordum.
– Yıllardır trenin penceresinden buraya bakıyorum ama bugün ilk kez kapıya kadar gelebildim.
– Öyle mi? İkinci katta bir mescit İsterseniz size rehberlik edeyim.
– Ama ben nasıl namaz kılacağımı bilmiyorum! Ben Çinli bir Müslüman’ım ama dinle ilgili hiçbir şey öğrenmedim. İbadet etmeyeceğim ama yine de içeriye girebilir miyim?
– Müslüman mısın? Esselamu aleyküm! Elbette Burası senin evin. Bu cami senin için var.
Ben böyle söyleyince çok şaşırdı ve ağlamaya başladı. Yıllardır Japonya’da yaşadığından, hiç Müslüman arkadaşı olmadığından ve hiç ibadet etmediğinden bahsetti. Ancak tren penceresinden görünen bu camiyi merak etmiş ve sonunda ziyaret etmeye karar vermişti. Bir süre kâh ağladı kâh anlattı. Sonra onunla birlikte camiye girdik. Namaz vaktiydi, ben cemaatle namaz kılarken o benden biraz ötede oturuyordu. Sanki Allah ile konuşu- yor gibiydi. Camiden ayrılırken ona Çince bir Kur’ân-ı Kerîm verdim. O zaman daha da gülümsedi ve bana “Bir sonraki Ramazan iftara geleceğim.” diye söz verdi.
Bu hayatta yapabileceğim sadece birkaç şey var. İslâm’ı dünyanın her tarafına asla yayamam. Ama benim küçük gücümle yapabileceğim şey, bugün Allah’ın benimle tanıştırdığı kişiye sarılmaktır.
İslâm’ın kapılarının tüm insanlığa açık olduğu gibi, umarım ülkemdeki camilerin kapıları da herkese açık olur.
YUKİ ASİYE ATALAY