2021 HAZİRAN - 2. SAYI Dergi Genel

ŞİFÂ-İ ÂLEM DERNEĞİNDEN DOKTOR DENİZ AKPINAR İLE RÖPORTAJ

Kıymetli Deniz Ablacığım, bu röportajı –hattâ sohbeti diyelim- kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz. Sohbet dedim, zira siz bizim Deniz Ablamızsınız. Doktor kimliğinizin yanında bizlere ablalık da yapıyorsunuz. Bununla beraber Şifâ-i Âlem Derneği ile beraber pek çok garibana da hem doktorluk hem rehberlik ediyorsunuz.

Dr. Deniz Akpınar:

Ben teşekkür ederim. Rabbime de hamd ederim ki; bizlere böyle bir hizmet kapısı açtı. Cenâb-ı Hakk’ın ihsân ettiği nimeti paylaşmanın gayreti içerisindeyiz.

Sizi tanımayan okuyucularımız için soralım: Doktor Deniz Akpınar kimdir? Biz sizi ‘Doktor Deniz Ablamız’ olarak tanıyoruz ama siz kendinizi nasıl tanıtırsınız?

Dr. Deniz Akpınar:

İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinde İç Hastalıkları bölümünü bitirdik. Uzmanlıktan sonra Hüdâyî Klinik ile tanıştım. Burada hem doktorluk hizmetimiz hem de akıldan kalbe yolculuğumuz başlamış oldu.

Hüdâyî Kliniği –malumunuz- Musa Topbaş Efendi’nin teşviki ile garip gurabanın tedavisi için kurulmuştu. 1997’den 2007 senesine kadar orada hizmete devam ettik. Hastanenin kuruluşunda büyük payları bulunan Nur Hanım ve Nurgül Hanım adlı iki kardeş vardı. Sağ olsunlar, bizim Musa Efendi ile tanışmamıza vesile oldular. Böylelikle Hüdâyî kapısı bize maddî mânevî açılmış oldu. Doktorlarımızın, çalışan diğer arkadaşlarımızın hepsi çok fedakâr ve kibar insanlardı. Hepsini tek tek anamasam da, her biri çok kıymetli kimseler. Bütün ekip birlikte adeta bir aile ortamında hizmet ediyorduk. Klinik vazifesi sona erince de kurslarda hizmete devam ettik, elhamdülillah.

Kurslarda nasıl bir doktorluk hizmetinde bulunuyorsunuz?

Dr. Deniz Akpınar:

Huriciğim, senin de ifade ettiğin gibi kurslarda ‘doktor ablalık’ yapıyoruz. Sağlık sıkıntısı olanlara yardım ve rehberlik etmeye çalışıyoruz.

Deniz Ablacığım, “Kurslarda hizmet etmek mi yoksa hastanede doktorluğa devam etmek mi?” diye bir soru sorsak ne cevap verirsiniz?

Dr. Deniz Akpınar:

Kurslarda hizmet etmeyi seviyorum. Neticesinde âhiret kazancı var. İnşaallah, kârlı bir alışveriş.

İslâm çok güzel gerçekten. En basit ifadeyle, mükemmel. Çünkü insan hayatında hiçbir boşluk bırakmıyor. Meselâ, hem bir meslek sahibi oluyor hem de rızkınızı temin ediyorsunuz. Hem de ‘eş-Şâfî’ sıfatının temsilcisi olmaya niyet edip âhirete ecir topluyorsunuz. Rabbimiz bütün mü’minlerin niyet ve hizmetlerini kabul etsin.

Dr. Deniz Akpınar:

Âmin inşaallah. Niyet, mü’minin zahmetsiz sermayesi.

 

Dergimiz adına sizinle Şifâ-i Âlem Derneği hakkında konuşmak isterim biraz da. Bu dernek, sadece Türki- ye’de hizmette bulunmuyor, Suriye’deki mahrumlara da el uzatıyor. Şifâ-i Âlem Derneği ile tanışık- lığınız ve hizmetiniz nasıl başladı?

Dr. Deniz Akpınar:

Şifâ-yı Âlem ile tanışıklığımız derneğin kurucularından olan Dr. Fatih Bey vesilesiyle oldu.

Suriyelilerin Türkiye’ye ilk iltica ettiği dönemdi. Her hususta çok büyük ihtiyaç vardı. Bu sebeple her hafta cumartesi günleri mültecileri muayeneye ve tedaviye Fasl-ı Bahar Kursumuzda başladık. Dr. Neslihan Teke, Dr. Şeyma Dönmez ve Dr. Ayşe Göze Hanımlar ile beraber çocukları ve kadınları muayene ediyorduk.

 

Talep var mıydı, muayeneler yoğun muydu?

Dr. Deniz Akpınar:

Tabii, olmaz mı? O dönemde mültecîler için resmî bir statü yoktu.

Durum böyle olunca bu ücretsiz tedavilere çok yoğun talep oluyordu. Bir doktor günde 50’den fazla hasta muayene ediyordu, toplamda 500 civarında hastaya bakıyorduk. Acil vakalarda zorlanıyorduk tabii. Göçmen sağlık merkezleri açılınca profesyonel hizmete geçilmiş oldu, elhamdülillah.

 

Güneşte gölge ol. Soğukta kaftan ol. Açlıkta ekmek ol.

 

Burada mültecilere tıbbî yardımdan ziyade moral de veriliyordu zannımca. Onlara ‘Yalnız değilsiniz.’ mesajı da verilmiş oluyordu, aynı zamanda, değil mi?

 

Dr. Deniz Akpınar:

Elbette. Kursumuzdaki tedavi hizmetleri, sağlık hizmeti sağlamanın ötesinde manevî bir destekti de.

Onlara verilen hediyeler, bir çocuğun başını okşamak, onlarla ilgilenen bir elin olduğunu hissetmeleri, belki bedenî bir şifadan çok kalbî şifa oluyordu onlar için. Bu anlamda kursumuzdaki hocalarımızı da hem kursun kapılarını bize açtıkları için hem de tüm lojistik ve hizmet desteklerinden dolayı zikretmeden geçemeyeceğim. Çay servisinden, gelen gariplere hazırladıkları hediyelere kadar bütün kurs ekibi fedakârca hizmet ettiler.

Bilhassa Fasl-ı Bahar Kursunun idarecisi Zehra Hoca Hanım’ı ve hemşiremiz Hümeyra’yı da hayırla yâd etmek isterim.

 

Suriye’ye kadar sizi götüren şey neydi?

Ülkemizde de pek çok gariban var. ‘Neden Suriye?’ diyeceğim ama bu seyahati sizinle beraber yaptığımız için cevabını bildiğim bir soru soruyorum esasen. Fakat bugünlerde çok sık sorulan bir soru bu…

 

Dr. Deniz Akpınar:

Aynen öyle. Cevabı sen de biliyorsun. Atme Kampı’nı bir düşün, beraber seyrettik o manzarayı. Neredeyse bir milyon nüfuslu bir çadır kent ve insanlar yıllardır o ilkel şartlar altında çadırlarda yaşıyor.

“Niye Suriye’ye gidiyoruz?” diyenler, eğer oraya gitseydi bu soruyu soramazdı zaten. Ayrıca oraya ulaşmamız, burada hizmete engel değil. Hattâ aksine insanı daha da hassas hâle getiriyor ve kendi insanınla daha müşfik ilgilenmene sebep oluyor.

Oraya gitmemiz, burada gariplere sunulan imkânlardan oradaki kardeşlerimizin mahrum kalmaması içindir. Zira ümmet şuuru bunu gerektiriyor.

Buradakiler bir şekilde bazı imkânlara ulaşıyorlar ama oradakilerin buna gücü yok. Merhamet, gücü olanın olmayana uzanmasıdır. Biz gelemeyenlere gittik. Zaten sen de gördün; muşambayla kapatılan evler, evlerinin üzerinde çatı olmayan insanlar var, hattâ ağaç altında yaşayan evsizler var.

 

Sizi tanıdığımız kadarıyla hem çok titiz hem de saate hattâ dakikalara bile dikkat eden birisiniz. Fakat İdlip, bu hassasiyetleri tamamen yok sayan bir bölge. Nasıl bir heyecan size bütün bu prensiplerinizi yok saydırabiliyor?

 

Dr. Deniz Akpınar:

Büyüklerimizin bize verdiği ruh, tabii ki.

 

Nedir o ruh?

 

Dr. Deniz Akpınar:

Güneşte gölge ol. Soğukta kaftan ol. Açlıkta ekmek ol. Bir de şu var: Neticede biz gidiyoruz ama belli bir süre içerisinde geri dönüyoruz. Yani bu sabrımız sadece iki üç gün için. Onlar orada bu şartlarda daimî yaşıyor. Biz aslında bize verilen nimetlerin borcunu ödüyoruz sadece.

 

Klasik olmasına rağmen her zaman içinde ibret ve hayret barındıran sorumuzu sormak istiyorum.

Sizi Suriye’de en çok etkileyen şey neydi?

 

Dr. Deniz Akpınar:

O insanların tevekkülü! Tüylerim hâlâ diken diken oluyor. Konuşmaya başladıklarında ilk kelimeleri hep Allah. Gözünde hüzün ama hâlinde tevekkül var. Hani o beraber gittiğimiz okulun talebeleri var ya, hâfız olanlar. 10-15 yaş arası dünya güzeli kız çocukları… Hatırlıyor musun, peçelerini açtıklarında yüzlerinden nur fışkırmıştı âdeta! O şartlarda hem gülümsemelerini korumuşlar hem de Kur’ân aşklarını korumak için hâfızlık yapmışlar. Tabii o Kur’ân’dan, hıfzdan aldıkları enerji her hâllerine sirayet etmiş. Yani oturup yas tutmak yerine Kur’ân yolunda gayrete devam etmişler.

Peki, sizi güldüren veya mutlu olduğunuz zamanlar oldu mu hiç?

Dr. Deniz Akpınar:

Tabii ki! Çocuklar her zaman gülümseme sebebi… Meselâ çamur dolu kamplarda o su birikintilerinde zıplamaları, size huzur ve sevincin her yerde olabileceğini hatırlatıyor. Çocuklar her şartta eğlenebiliyor. Bir de çikolata için koşuşan çocuklar, onca dram içerisinde mutlu olabilen bu küçük insanlar… Herhalde içimizdeki çocuğu görüyorum onlarda.

Ayrıca azıcık yiyeceklerini bile bize ikrâm ediyor olmaları da insana umut veriyor. Her girdiğimiz çadırda bir şey ikram etmek istiyorlar. Çok da zengin bir yemek kültürleri var.

Hayat her şeye rağmen devam ediyor. Bazı çadırlarda mutfak bile yok ama çadırın önünde yaktıkları ateş, mutfakları olmuş.

Sanki orayı özlemiş gibi konuşuyorsunuz.

Dr. Deniz Akpınar:

Tabii ki! Zira hemen hemen ayda bir gitmeye çalışıyorduk. Araya korona girince çok özledik. Yakın zamanda tekrar başlayacak inşaallah.

 

Gittiğinizde bu muayeneleri nasıl yapıyorsunuz?

Birlikte gittiğimizde daha çok in- sanî yardımla uğraştık ve gördüğüm kadarıyla üç dört kamp ziyaret edildi ve muayeneler yapıldı. Normalde kaç kamp ziyaret ediyor, kaç kişiyi muaye- ne edebiliyorsunuz?

Dr. Deniz Akpınar:

Normalde de ortalama üç dört kamp dolaştığımız oluyor; transferler ambulanslarla yapılıyor. Açıkçası orada ambulans olmasına da şaşırmıştım. Elhamdülillah, orada ümmet kardeşliğine de şahit oluyorsunuz; Endonezya’dan, Pakistan’dan gönderilen ambulanslar var. Muayeneleri zaman zaman bu ambulansların içinde yapıyoruz. Zaman zaman da kamp içerisinde odalar ayarlanabiliyor. Yani tamamen şartlara göre değişiyor. Şimdi bir de ultrason cihazı temin edildi ve bu oradaki hanımlar için çok büyük bir ihtiyacı giderdi.

Bu muayeneler yeterli oluyor mu?

Dr. Deniz Akpınar:

Neticede insana dokunuyorsun. Kalbine dokunuyorsun. Unutulmadıklarını hissediyorlar. Uzun süreli tedaviler olmasa bile, solunum yolu gibi ya da mide-bağırsak hastalıkları gibi enfeksiyona bağlı hastalıklarda destek oluyoruz. Kronik hastalıkların da ilaçları konusunda yardımcı olmuş oluyoruz.

En çok hangi hastalıklara rastlanıyor?

Dr. Deniz Akpınar:

Tabii ki soğuk hava şartları ve hijyen yoksunluğuna bağlı hastalıklar çok. Meselâ bel ağrısı çok, çünkü yattığı yer beş santimetrelik sünger. Bittabi neticesi hastalık ve ağrılar oluyor. Şartlar çok vahim. Bataklığı kökünden kurutmak ve oradaki şartları düzeltmek lazım. Vakıf ve dernekler çok büyük bir iş yapıyor gerçekten orada. Bu yardımlara katılmak çok önemli.

Bir de çok ibretlik bir husus var: Koronavirüs bütün dünyaya yayıldığı hâlde İdlip’deki o kalabalığa ve sağlıksız şartlara rağmen kamplarda pek hastalık olmadığını duyduk.

Dr. Deniz Akpınar:

Evet bize de öyle geliyor haberler. Tabii, bu Allah’ın bir hikmeti.

Bu şekilde kaç hanım doktor kamplara gidiyorsunuz?

Dr. Deniz Akpınar:

Şimdilik üç dört kişiyiz. Doktor Filiz Hanım, Neslihan Hanım, bir de genç yeni mezun doktorlardan Ayşemiz var.

Öyleyse gitmek isteyen genç doktorlarımızı da bu hizmete bekliyorsunuzdur, değil mi?

Dr. Deniz Akpınar:

Taze heyecanlar güzel oluyor elbette. Her hayra koşmak, ortak olmak lazım. Şu korona sürecinden sonra destekleri bekleriz.

Öyleyse röportajımızın sonunda bulunan Şifâ-yı Âlem Derneği irtibat bilgilerinden bu hayırlara katılmak isteyenler sizlere ulaşabilirler.

Dr. Deniz Akpınar:

İnşaallah.

Bu samimi ve güzel röportaj için çok teşekkürler Deniz Ablacığım. Rabbimiz ümmetin maslahatı için olan bütün hizmet ve gayretlere bereket versin. Ümmete de bir olabilmeyi nasip etsin.

Dr. Deniz Akpınar:

Âmin, inşallah! Allah bizleri hayırlara ortak kılsın. Herkes bir gayretin içerisinde tabii. Ama daha çok gayret lazım. Ben teşekkür ediyorum. Bu hizmetleri duyuralım ki; yeni hizmet ortaklarımız olsun ve bu ecirleri hep beraber paylaşalım inşaallah.

 

RÖPORTAJ: HURİ ERYILMAZ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir