-FARKLI KÜLTÜRLERLE-
BİRLİKTE YAŞAMAK
-HEM ZAHMETTİR HEM RAHMET-
Ebû Saîd el-Hudrî’den rivayet edildiğine göre Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz, onların inançları ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir keler deliğine girecek olsalar, siz de onları takip edeceksiniz.”
(Hz. Peygamber’in gelecekle ilgili bu ürpertici açıklaması üzerine biz sahâbîler sorduk.)
“Yâ Rasûlallah! (İzlerini takip edeceğimiz bu topluluklar) Yahûdiler ve Hristiyanlar mı olacak?”
Şöyle buyurdu: “Ya başka kimler olacaktı?”
Allah Teâlâ ilk insandan kıyamete kadar tek din olarak İslâm’ı seçti ve onu Efendimiz (s.a.v.) ile kemâle erdirdi. Bizi de bu kâmil din ile ve en güzel Nebî (s.a.v.) ile şereflendirdi. Fakat hidâyet, hem bir arayışa hem de Cenâb-ı Hakk’ın takdirine muhtaç. Eğer gönlünde arayışın derdi, insanlığın derdi yok ise takdirin de yolu açılmıyor. Hep düşünürüm; “İslâm’la bir arada yaşayan bu kadar farklı kültür var dünyada. Ama bu birlikteliğe rağmen neden İslâm’a uzak dururlar; hattâ onu fobi olarak görürler.” diye ve onları anlamak güç gelir. Ve hattâ öz kültürü İslâm olan kendi toplumumuzda dahi orucu es geçip otofajiyi tercih eden, riyâzâtı gerici olarak nitelerken dopamin diyeti yapan, namazın fizikî ve rûhî faydalarını alışıldık bulurken meditasyonla huzur arayan kimselerin hakîkate bu kadar kör kalmalarının mantıkî bir îzahı yapılamaz zannımca. Ancak Rabb’imizin buyurduğu körlük, sağırlık, dilsizlik hakîkatinin bir tecellisidir bunca tezadın sebebi.
Yine şu an çok çarpıcı bir şekilde seyrettiğimiz Ukrayna savaşı, Hristiyan dünyasının gerçek yüzünü inkâr edilemez şekilde ortaya koyuyor. Mülteci Suriyeli çocuklar, Avrupa okullarında hakarete hattâ şiddete maruz kalırken, Ukraynalı dindaşlarının çocukları Avrupa okullarına girerken alkışlarla karşılandı. Suriye savaşında hiç sesini çıkarmayan pek çok ünlü, milyon dolarlar bağışladı Ukrayna’ya ve yardım kampanyaları düzenledi. Hattâ Ukrayna, kampanyalarında “Sizin gibi Avrupalı kardeşlerinizin ölmesine müsaade mi edeceksiniz?” sloganlarını kullanarak Avrupa’nın “Avrupa merkeziyetçi insanlık” anlayışını ayyuka çıkardı belki de farkında bile olmadan ya da gayet bilinçli bir farkındalıkla.
Tarihte ise Avrupa, sömürgeleri sayesinde İslâm karşısında kaybettiği özgüvenini kazandı ve diğer uygarlıklara karşı üstünlük iddiasına bu sömürge gücüyle bir dayanak buldu. Yine de Orta çağ kompleksinin acısını hâlâ üzerinden atabilmiş değil tabii. Bütün bu yaşanmışlıklara rağmen biz Müslümanlar olarak hiçbir gayrimüslime bu önyargılarla davranmadığımız gibi gayet tavizkâr bile olabiliyoruz. Aynen Rabb’imin buyurduğu gibi:
“İşte siz öyle kimselersiniz ki; onları seversiniz, onlar ise bütün kitaplara îman ettiğiniz hâlde sizi sevmezler. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman ‘İnandık.’ derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: ‘Öfkenizden ölün!’ Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.”
Biz mü’minler olarak yine üzerimize düşeni yapalım; sevelim, merhamet edelim, güzel geçinelim. Olur da bir gün bir kalbe dokunursak netîcesi hidâyet olur. Ama dikkat edilmesi gereken en önemli husus, Efendimiz (s.a.v.)’in îkaz ettiği taklit hamâkatine düşmemek ve İslâm karakter ve kimliğinden taviz vermemek. Farklı kültürlerle bir arada yaşamak, zenginliğimiz ve tebliğ vesilemiz olsun. Hoşgörümüz hidâyete, zahmetimiz rahmete vesîle olsun.
Bu yazımızda tam da bu kültür farklarını ve İslâm’ın kazandırdığı fazîletleri sorduk karışık coğrafyalarda yaşayan kızlarımıza. Çok güzel rahmet örnekleri de, düşündürücü zahmet örnekleri de mevcut elbette.
Farklı kültür ve dinlerle “Birlikte Yaşayan” talebelerimizin verdiği ibret dolu anekdotları sizlerin tefekkürüne ve beğenisine sunuyoruz bu sayımızda:
“Endonezya’da yaygın olan altı din var. Bu yüzden Endonezya’da kilise, tapınak gibi pek çok farklı ibadethaneyi yan yana görebilirsiniz.
Genel olarak farklı din ve kültürler arasında büyük bir problem yaşanmaz; çünkü Endonezya’nın öz kültüründe saygı çok önemlidir. Hattâ bizde bir atasözü vardır: ‘Bhinneka tunggal.’ yani ‘Farklıyız ama birlikteyiz.’ demektir ve bu saygı her yerde şarttır.
Meselâ, diğer dinlere mensup olan lokanta sahipleri, Ramazan’da özellikle lokantalarının perdelerini kapatır.”
(Endonezyalı Navrah)
“Endonezya’da çok farklı kültürler ve dinler bir arada yaşıyor. İslâm’dan evvel Budizm ve Hinduizm çok yaygınmış, o yüzden sosyal hayatta bu kültürlerin izlerini fazlaca görmek mümkün. Ama 14. yüzyılda tüccar Müslümanlarla İslâm gelince bütün adada hâkim din, İslâm olmuş elhamdülillah. İslâm’ın çok çabuk kabul görmesinin bir sebebi, bizim saygı kültürümüze çok uygun bir din olması ve kul hakkına verilen önem. Diğer sebebi ise ‘Sunan’ dediğimiz İslâm’ı çok güzel yaşayan ve anlatan tebliğcilerin üstün gayret ve hizmetleri. Bu velîler, hâlâ Endonezya’da hikâyeleri, hayatları anlatılan ve çok saygı gören İslâm âlimleridir. Bu sayede İslâm bugün bütün Endonezya’da yaşanıyor ve halkın %90’ı Müslüman.”
(Endonezyalı Nisa)
“Endonezya’da bazı adalarda Hindular hâlâ oldukça fazla. Mesela Bali Adası’nın nüfusunun %90’ı Hindu’dur ve biz Müslümanlar orada azınlıktayız. Ama oranın da İslâm olması için düzenli olarak yaptığımız bazı özel programlarımız var. Mesela;
Male: Mevlid Kandili’nde Bali enstrümanlarıyla salavat seslendirip yoldan geçenlere de ücretsiz yemek ikram ediyoruz.
Ngejol: Ramazan girmeden hemen önce Müslümanlar, Hindu olan komşularının evlerine yemek gönderirler.
Ama tabii Müslümanların da kendinden taviz verdiği örnekler var maalesef. Mesela Cava halkının çoğunlukta yaşadığı Kudus Bölgesi’nde Hindulara saygı duyuyoruz diye bazı Müslümanlar, Kurban bayramında inek kesmezler ve inek eti yemezler.”
(Endonezyalı Lulu)
“Endonezya’da bu kadar farklı din olduğu için her dinin kendi okul imkânı da var. Mesela bizler İslâm okullarına gidiyoruz ve pek çok din dersimiz var: Fıkıh, akâid, siyer gibi… Bunlarla beraber fennî dersleri de görüyoruz. Yani bizim bütün Müslüman okullarımız, sizin imam-hatipleriniz gibi.
Bazen diğer din mensuplarından da bizim okullarımıza gelenler oluyor ama onların din derslerine girmeleri zorunlu değil ve bu derslerde kütüphaneye gidebilirler. Yine cuma günleri bizim sadece din dersleri gördüğümüz bir gün olduğu için diğer talebeler ibadet için kendi kiliselerine gidebilirler. Ama yine de okulumuzda okuyan bütün gayrimüslimler kelime-i şehâdeti bilirler çünkü biz her derse şehâdet getirerek duâ ile başlarız. Hattâ benim üç arkadaşım da lisede bu vesîleyle İslâm’la kucaklaştı çok şükür.”
(Endonezyalı Zakly)
“Kırgızistan’da İslâm en kalabalık nüfusa sahip din ve bizim öz kültürümüz aslında, bütün atalarımız Müslüman. Ama maalesef İslâm’ın yasaklandığı komünizm yıllarında Hristiyanlık, din olarak yayılamasa bile çok yaygın bir kültür hâline gelmiş toplumumuzda. Meselâ yılbaşını pek çok Müslüman bir bayram gibi kutlar. Ya da paskalya ve benzeri Hristiyan âdetlerini pek çok Müslüman’ın hayatında görebilirsiniz. Hattâ ailem beni çocukken yılbaşı alışverişine götürmedikleri için ağladığımı hatırlarım. Ama çok şükür İslâm okulları ve tebliğ arttıkça artık bu İslâm dışı âdetler kalktı. Meselâ benim köyümde yılbaşı kutlayan neredeyse hiç kalmadı, çok şükür.”
(Kırgız Adina)
“Bizler ülkemizde İslâm’ı çok unutmuşuz ve yerine de başka kültürler yerleşmiş. Meselâ benim ailem Müslüman ama hiç dinî bilgisi olmayan kişilerdi. Sonra beni dinimi öğrenmem için Türkiye’ye gönderdiler, sağ olsunlar. Kırgızların genelde merhametli ve yumuşak bir yapısı vardır zaten ama buradaki İslâm terbiyesiyle beraber çok daha fazla edep kazandık. Şimdi annem ‘Kızım sen çok değiştin, çok daha merhametli oldun.’ diyerek İslâm’ın bize ne kadar çok şey kazandırdığını fark etmemi sağlıyor.”
(Kırgız Meryem)
“Kâinatta her şey zıddıyla kâimdir. Sabahın muhteşem güzelliği gecenin karanlığının ardından çıkar. Gece olmasaydı sabahın gözleri kamaştıran güzelliğinin kim farkına varabilirdi?
İnsan, İslâm dininin mükemmelliğini başka dinlerin yaşam tarzını görerek daha iyi idrak edebiliyor.
Orta Asya ülkelerinde otuzdan fazla millet bir arada yaşıyor. Farklı ırklar, farklı dinler insanın kültürel hayatına zenginlik katarken bir taraftan da insanı tefekkür dünyasına daldırıyor.
İnsan, kucağında sahip olduğu tek varlığı olan köpeğine sarılmış yalnız yaşayan yaşlı Hristiyanları görünce ‘Anne babaya öf bile deme!’ diyen bir dine sahip olduğuna şükrediyor.
Bir taraftan da işini en iyi şekilde yapmaya çalışan bir Hristiyan’ın yanında Müslüman’ın vurdumduymazlığını görünce hüzünlenip Mehmet Akif Ersoy’un Avrupa seyahati hakkında söylediklerini hatırlıyorum: “Onların dinleri bizim işlerimiz gibi, onların işleri ise bizim dinimiz gibi!”
Bunu söylettirmeyecek nesiller yetiştirmek duâsıyla…”
(Kırgızistan/Kazakistan – Hatice Hoca)
“Kazakistan’da da dünyanın pek çok ülkesi gibi farklı dinlerden insanları bir arada görmek mümkün ama bunlar içinde İslâm’dan sonra en yaygın olanı tabii ki Hristiyanlık. Zîra Hristiyanlar misyonerlik faaliyetlerine çok önem veriyorlar ve hem sivil toplum kuruluşlarıyla hem de finans kurumlarıyla çok sıkı diyaloglar kuruyorlar. Ayrıca Hristiyanlığı yaymak için Kazak kültürümüzü de çok iyi öğrenip dinlerini bu şekilde empoze etmeye çalışıyorlar. Bu Protestan kiliseleri bizim tarihimizi, dilimizi, örf ve âdetlerimizi çok iyi biliyorlar gerçekten. Özellikle de yoksul, yalnız, ailesi problemli, işsiz insanları hedef alarak kendilerine çekiyorlar; böylece kilise üyelerinin sayılarını arttırıyorlar.
Bizlere düşen de bütün bu küfür birliğine karşı kendi İslâm kardeşliğimizi sağlamlaştırmak ve dinimize sarılarak kardeşçe birlikte yaşamak.”
(Kazak Jadra)
“Özbekistan yabancılara karşı sıkı tedbirler aldığı için misyonerler veya bu tarz gruplar diğer ülkelerdeki kadar güçlü değil. Ama yine de Rusya’dan gelip Özbekistan’a yerleşen pek çok Hristiyan var tabii. Hristiyan komşularımızda en çok dikkatimi çeken şey, soğuk ve yapmacık tavırlarıdır, yani hiçbir zaman size gerçekten değer verdiğini hissedemezsiniz. Hâlbuki İslâm’ı tam yaşamasa bile Müslümanların samimiyeti hemen belli olur. Fakat en çok şaşırdığım şey; birlikte yaşarken Hristiyanlar Müslümanlara benzemek yerine, Müslümanlar Hristiyanlara benzeyerek değişiyorlar. Dinimizi çok iyi öğrenip kendimizi böyle bozulmalardan koruyarak en güzel tebliğciler olmalıyız.”
(Özbek Mukhayyokhon)
“Müslüman olarak doğmak ve Müslüman bir toplumda yaşamak sahip olunacak en güzel nimetlerden biri. İnsan mânen hastalıklarla dolu, bunu kimse inkâr edemez ve İslâm bunun yegâne şifâsı. Çünkü İslâm, bu hayatı yaşamanın tek yolu. Akıl ve mantığa en uygun din ve terbiye, İslâm’ın terbiyesi. Toplum da insan da başarıya ve huzura ancak İslâm’ın manevî dokusuyla ulaşabilir.
İnsanlar İslâm’ın emirlerini uygulamaya başlarsa kaosa yer kalmaz; fakir hiçbir zaman ümitsizliğe terkedilmez, zayıf hiçbir zaman yalnız kalmaz, yetim her zaman korunur, yaşlılar her zaman değer ve saygı görür, kadın sevilir ve bir elmas gibi muâmele görür, aile ve arkadaşlar hep yakın ilişki içinde olur, engellilere asla üstten bakılmaz. Hep birlikte Hakk’ın yani Kur’ân ve sünnetin hedefi olan huzura doğru yürünür.
Fakat gaflet patlak verirse, İslâm’a alerjisi olan insanlar harama boğulurlar ve kendilerini ahlâksızlık, ırkçılık, kibir, aşağılama, tecavüz, katil gibi pek çok menfî işin içinde bulurlar. Ve bunların sonucu olarak korku, üzüntü, güvensizlik, stres, anksiyete insanların kalbini doldurur. Zengin bile olsalar kendilerini yalnız hissederler ve güvende hissetmedikleri için uyuyamazlar bile. Bazen bu korkular o kadar artar ki intihardan başka yol bulamazlar, onlara göre acıyı sonlandırmanın tek yolu budur âdeta.
Bir Müslüman olarak sadece dînim için bu dünyada yaşıyorum ve dînim bana bu dünyada yaşamayı kolay kılıyor. İslâm’ı severse insan bu dünyadaki her şeyi sever. İslâm’la ve İslâm olanlarla birlikte yaşamak gerçek huzuru verir insana.”
(Filipinler – Rajuna Hamdani)
“Ben İstanbul’a Kongo Cumhuriyeti’nin güneydoğusundaki bir şehirden geldim. Şehirde çoğunlukla Katolik ve Protestan Hristiyanlar var. Ayrıca komşu ülkelerin etkisiyle az da olsa Yehova Şahidi Yehova Şahitleri mevcut. Yaklaşık on yıldan beri İslâm şehrimizde artmakta.
Önceleri Müslümanlar ‘zenginler’ diye isimlendiriliyordu. Bunlar başkalarının ağzından çıkan söylentiler aslında. Bazı insanlar şehirdeki tüm Müslümanların aynı aileye mensup olduğunu düşünüyorlar. Ama bazıları da Müslümanların birbirlerine yardım ettikleri için zengin olduğunu düşünüyorlar. Arkadaşlarınla yolda yürürken birçok kez şunu duyarsın: ‘İşte Müslüman kardeşin.’ Bir toplu taşıma aracına bindiğinde Müslüman şoför Müslümanlara para ödetmez vs…
Lubumbashi, İslâm kardeşliğinin günlük hayatta yaşarken öğrenildiği bir şehir. Ve bizler Müslümanlar olarak birlikte olduğumuzda güçlüyüz.”
(Demokratik Congo Cumhuriyeti-Hawwa Eyaudi)
“Müslüman ümmetin kardeşlik duygusu, Hristiyanların hayatlarında hiç sahip olmadıkları bir şey. Bizim birbirimizi Allah i
çin sevmemiz Hristiyanları şaşırtan ve hayran bırakan bir durum. Birbirini sadece Allah için sevmek; daha önce birbirini tanıdığın için değil, kan bağından dolayı değil, aynı kabileye mensup olduğun için değil… Meselâ aynı üniversitelerde birlikte okuduğumuz Hristiyanlar, Müslümanların birbirlerine sıcak bir gülümsemeyle verdikleri selâmı hemen fark ediyorlar ve bunu hayranlıkla karşılıyorlar.
Biz Müslümanlar, ülkemizin herhangi bir yerine güvenle gidebiliriz. Meselâ bir düğün veya ziyaret için yolculuk kolay, çünkü İslâm sebebiyle bağ kurduğun insanlar var her yerde ve onlar mutlaka seninle iyi ilgileneceklerdir.
Bizi bu İslâm kardeşliğinin parçası kıldığı için Allah’a şükürler olsun.”
(Tanzanya – Rania Julıus)
“Filipinler Müslümanların azınlıkta, gayrimüslimlerin çoğunlukta olduğu bir ülke. Fakat buna rağmen gayrimüslimler kendi dindaşlarından daha çok Müslümanlardan yardım istiyorlar ve pek çoğu Müslümanları görünce huzurlu hissettiğini söylüyor.
Bayram günlerinde Filipinli Müslümanlar namazdan sonra koca tencerelerde yemekler pişirirler ve yüzlerinde kocaman bir gülümsemeyle herkesi selamlarlar. Müslüman ve gayrimüslim herkesi bu ziyafete davet ederler. İşte o günler, Müslüman oluşumla çok gurur duyduğum ve şükrettiğim günlerdir.”
(Filipinler-Sitti Şeyma Chua)
“Bizler Avrupa’nın ortasında hem dinini korumaya hem de tebliğ etmeye çalışan Müslümanlarız.
En çok dikkat ettiğimiz husus ise şu hadîs-i şerîftir:
‘Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.’ İşte bu yüzden neslimizi ve nefsimizi korumak için, İslâm-îman çizgisinden kaymamak için azamî gayret göstermemiz gerekiyor. Bizler bir tüccar gibiyiz; elimizde değerli bir kumaş var fakat onu kâra çevirmek de zarar etmek de bizim maharetimize, ferâsetimize ve azmimize bağlı. Vesselam.”
(Avusturya-Yasemin Günlüer)
“Gayrimüslimlerle yaşamanın bereketi de zorlukları da var.
Gayrimüslimlerle Yaşamanın Zorlukları:
-Böyle bir toplumda bir Müslüman kendini uzayda gibi hisseder, her ne kadar kendi memleketinde olsa bile…
-İslâm’ı az bilen ya da imanı zayıf olan Müslümanlar için İslâm dışı bir toplumda yaşamak çok tehlikeli olabilir, çünkü kendi kimliğini kaybedebilir. Onun için böyle bir topluma gelmeden önce dinimizi çok iyi öğrenmemiz lazım.
–İlk başta ufak gibi görünen konularda bile taviz vermemek çok önemli. Bu da savaşa girmeye benzer. Burada imanını güçlü, heyecanını canlı tutmak için büyük çaba lazım.
-Bir yandan kendi imanını korumak, diğer yandan başkalarına anlatmak ve örnek olmak gerekiyor derken arada da kalabilirsiniz.
Gayrimüslimlerle Yaşamanın Bereketi:
-Dinimizin mükemmelliğini son derecede hissederiz. Hidâyetin ne kadar büyük nimet olduğunu son derecede fark ederiz.
-Meselâ kadınlar için başörtüsünün, tesettürün sadece bir emir değil tüm kötülükten koruyan bir kalkan olduğunu çok daha iyi hissedersiniz. Ayrıca kötülüklerden kaçan, iyilik ve güzellikleri temsil eden, terbiyeli, güvenilir bir kimse imajı verir çevrenize.
-Dünyada ne kadar haksızlığa uğrasak da âhirete iman, bize mutluluk ve tesellî verir.
– Duâ her şeyimizdir ve duamızın nasıl kabul olduğunu hemen fark ederiz, çok şükür.
– Toplumun istediklerini ve kullandıklarını biz isteyip kullanamayız. Meselâ helâl yemek ve kıyafet bulmak çok zor. Bu yüzden hem sağlıklı yaşarız hem de sabrın mükâfatını alırız inşaallah…
– Gayrimüslimlere göre çok cesuruz.
– Bir Müslüman böyle bir topluluk arasında çoğu zaman iyiliklerle anılır.”
(Hoton-Odgerel)
“İslâm dışı bir toplumda gayrimüslimlerle beraber yaşamanın bizlere kazandırdığı çok şey olduğu gibi yaşadığımız pek çok zorluk da var elbette.
Böyle bir toplumda yaşarken her an abdest alıp namaz kılmak için mescidlerin olmaması, istediğimiz gibi helâl yiyeceklerin bulunmaması, yaşadığımız en basit zorluklar. Çok daha zoru ise bir hanım, bir anne olarak çocuklarımızın terbiyesi, en büyük endişemiz. Meselâ İslâmî hassasiyetlerimize uygun bir kreş olmaması ve okul ortamını düşünmek, neslimizin manevî istikbâli hakkında korku uyandırıyor.
Ama bu zorlukların büyük bir rahmeti ve bereketi de var üzerimizde. Meselâ haram diye çok şeyden vazgeçeriz, daha doğrusu Rabbim vazgeçmeyi nasip eder. Yani keyfinize göre bir hayat yaşamazsınız. Evinizde yemeğinizi yapar, yersiniz ve bu sizi hem haramdan korur hem de sağlığınızı muhafaza edersiniz. Akraba düğünleri de olsa çoğu içkili olunca o ortamlardan uzak durursunuz ve her tür bayramı kutlamazsınız. Böylece israftan ve dedikodulardan uzak kalırsınız. Bazen de çalışkan, dürüst gayrimüslimlere bakarak gayretiniz artar ki ‘Bir gayrimüslim böyleyken bizim daha iyi olmamız lazım.’ diye düşünürsünüz…
Bu ortamla İslâm’ı kıyaslayınca Rabb’imize ne kadar şükretsek azdır. Dinimiz İslâm’ı anlatmak için “mükemmel”den başka bir kelime bulamıyorum. Yaşadıkça sevgisi artan, yaşadıkça zevk veren, yaşadıkça hiç vazgeçmek istemediğin o kadar tatlı bir şey ki İslâm… Anlatılmaz, yaşanır gerçekten. Rabbim bizi İslâm’dan ayırmasın.”
(Moğolistan-Kümüşcan)
Huri Eryılmaz
hurieryilmaz@gmail.com