MÜCADELE İÇİNDE 642 SENE
Endonezyalı mısın? Yoksa Malezyalı mısın? Yurt dışına seyahat ettiğimde sık sık duyduğum sorular bunlar. Bazen Çinli ya da Japon olduğumu düşünenler de oluyor. Sanıyorum bu görüş farklılıklarında peçemin de etkisi var. Gerçekten de Uzak Doğu ya da Güneydoğu Asya milletlerine benziyorum. Kız kardeşim de Korelilere benziyor. Ülkemin insanlarının Çinlilere, Malezyalılara, Latin Amerikalılara, Araplara ve hatta Afrikalılara benzediği doğrudur.
Filipinler, kuzeyde Luzon, ortada Visayas ve güneyde Mindanao başta olmak üzere 7100 adadan oluşan bir ülke ve bütün dünyayla kültürel ve tarihî bağlarımız var. Komşularımız Malezya, Endonezya ve Çin olunca fiziksel benzerlikten öte gelenek-görenek ve kültürel olarak da pek çok ortak noktamız olması kaçınılmaz. Hâsılı yukarıda saydığım sorular gayet makul, hattâ fazlası bile var. Evet, Malezyalılara -Malezya, Endonezya ya da Brunei insanlarına- benziyorum; zira kanımda bu soylar da mevcut, çoğu Filipinli gibi. Aslında çoğumuz adımızın “Filipinli” olmasından hoşlanmayız. Aslen Mindanaolu olan ve Müslüman bir soydan gelen Boros ve Bangsamoro insanları, bu diyarı sömürgeleştiren Hristiyan Kral II. Filip’ten devşirilmiş bu ismi kullanmayı sevmez. Ben de Mindanaolu bir Bangsamoro olarak “Filipinli” olmayı sevmiyorum.
Ülkemizin adı İspanyollar gelmeden önce neydi? Bu uzun zamandır tartışılan bir konu. Ben de bu sorunun cevabını merak ediyorum. Bazı tarihçiler bütün adaların tek bir merkeze bağlı olmadığını ve şimdiki gibi bir ülke olmadığını, o yüzden bir adı da olmadığını söylüyor ki bence de bu makul bir açıklama. Bazı tarihçiler Çinli tacirlerin buralara “Ma-i” dediğini söylüyor, yani “Altın Diyarı”. Bazı tarihçiler de eskiden beri farklı krallıklar ve şehir devletlerinden müteşekkil Güneydoğu Asya Adaları’nda yaşayan insanların buraya “Nusantara” adını verdiğini söylüyor. Fakat bu isim Malezya, Endonezya ve Brunei’yi de kapsıyor. Malezya, Endonezya, Doğu Timor da dahil olmak üzere tüm Filipinler; İngiliz, Alman, İspanyol ve Portekizli sömürgecilerin çizdiği sınırlarla ayrılmış olan kolonyal yerleşimlerdir.
İslâm’ın benim ülkeme gelişi Nusantara’daki İslâm tarihiyle doğrudan alakalı. Tarihçiler İslâm’ın Mindanao’ya, bilhassa da Sulu’ya 14. yüzyılda Malezya/Endonezya takımadalarından geldiğini söylüyor. Bazı tarihçiler doğrudan Arap tacirler vasıtasıyla, bazıları da Çinli Müslüman tacirlerle geldiğini iddia ediyor. Mindanao’nun güneybatısında kalan Sulu Yarımadası’nda yaşayanlar bilhassa Çinlilerle oldukça yoğun ticarî ilişkiler içindeydi. Jolo şehri, Sulu Sultanlığı’nın başkenti ve aynı zamanda da ticaret merkeziydi. İslâm Sulu’ya geldiğinde Malezya Yarımadası bir-iki yüzyıldır Müslüman bir devletti.
Prof. Bara’ya göre, tüm ülkenin tarihsel gelişiminin iki çizgisi var ve Filipinler’deki Müslümanların tarihi, bu tarihsel gelişimin bel kemiğinin bir parçası. Ne yazık ki, tarih dersinde birkaç kuşak boyunca tarihimizin bu kısmı ya öğretilmiyor ya da sadece üstünkörü bahsediliyor. Bu, bazıları tarafından kasıtlı veya kasıtsız olarak, bazıları tarafından da cehaletten dolayı yapılıyor. Filipin tarih yazımı, büyük ölçüde tarihsel kayıtlarda saptırmalar ve çarpıtmalar içeren İspanyol ve Amerikan dönemlerine dayanıyor. Ne demişler, “Târihi gâlipler yazar.” Genellikle, Filipin Adaları’nın yazılı tarihi İspanyolların gelişiyle başlar. Bunun sebebi; ülkenin İspanyollar gelmeden önce bir tarihi, kültürü ve edebiyatı olmaması değil, İspanyolların önceki kayıtları mümkün olduğunca tamamen yok etmiş olması. Bu yüzden sömürge öncesi dönem -İspanyol öncesi- hakkında çok az veri var. Bu nedenle, İspanyol sömürgesinden önceki çağlar hakkında bilinenlerin çoğu, adalarla temas hâlinde olan diğer ülkelerin arşivlerinden geliyor ve tarihimiz hakkında ortaya çıkarılacak çok şey var.
Tarihsel gelişimin ilk kolu, 14. yüzyılda başlayan ve Mindanao ve Sulu’da ortaya çıkan eski Müslüman kolu. Bu kol, Batı sömürgeciliği tarafından engellenmemiş olsaydı; İslâm, Filipin ulusunun kaderini çizebilirdi. İkinci kol, ülkeye dadanan dış faktörler tarafından getirildi ve İspanyollaşmış Filipinliler, Batı yönetimi altındaki bu büyük tarihsel sürecin bir ürünü olarak ortaya çıktı.
Avrupa sömürgeciliğinden önce, Filipinler’in farklı zamanlarda farklı bölgeleri vardı. Bu bölgeler, Güneydoğu Asya Krallıklarının, özellikle de 1294’ten 15. yüzyıla kadar Endonezya’nın adalarına hükmeden Doğu Java’daki güçlü Hint merkezli Majapahit Krallığı’nın parçaları veya ileri karakollarıydı. Bunların çöküşünden sonra yerini İslâmî Sultanlık aldı, uzun zaman Filipin Adaları’nda hüküm sürdü ve İslâm’ı yaydı.
Bazı Filipinli milliyetçiler için İspanyolların 1521’de bölgeye gelişinden önceki zaman Altın Çağ olarak görülüyor. O zamanlar Filipinler halkı kendilerini Malay Dünyası’na ait görüyordu ve okuryazarlık oranı yüksek, müreffeh ve liderleri altında birleşmiş topluluklar olarak yaşıyorlardı. İspanyol saldırılarının bu ideal duruma son verdiğine ve Filipin halkının düşüşüne ve yıkımına yol açtığı biliniyor. İspanyol ve Amerikan sömürgeciliği, bugün Filipin toplumunda karşılaşılan sorunların nedeni olarak görülüyor.
Filipinler halkı, genellikle “datu” ünvanlı bir liderin önderliğinde, barangay olarak bilinen akrabalık temelli yerleşimlerde yaşarlardı. Çoğu barangay, on ila otuz haneden müteşekkil küçük yerleşimlerdi, ancak yüz veya daha fazla evden oluşan bazı büyük barangaylar da vardı. Barangay, Filipinler’in çoğunda en büyük sosyal birimdi. Bir yönetim örgütünün niteliklerinden hiçbirine sahip olmadığı için siyaset öncesi olarak kabul edildi, daha çok geniş aile tipi bir düzen niteliğine sahipti. Bir barangayın büyüklüğü, doğal çevre içindeki konumuna göre belirleniyordu. Ancak Filipinler’de daha büyük ölçekli bir örgütsel yapının işaretlerini gösteren iki yer vardı. Bunlar Sulu Takımadaları’ndaki Jolo kasabası ve Luzon adasındaki Manila kasabasıydı. Bu yerlerin her ikisi de Avrupalılar gelmeden önceki yüzyılda daha sofistikeydi. Bir tarihçinin dediği gibi, Müslüman toplulukların zaten sofistike bir kültürel, politik, ekonomik dış ilişkiler sistemi vardı. Bu, sultanlığın kurulmuş olması neticesinde gelişen bir durum. Bu nedenle, Mindanao ve Sulu Takımadaları hiçbir zaman İspanyol yönetimi tarafından etkili bir şekilde kontrol edilemedi.
MS 1380 senesinde Şeyh Mahdum Kerim ismindeki bir sûfi Arap’ın Malezya’da bulunan Malacca’dan gemiyle Sulu Takımadaları’na gelip o zamanlar Sulu’ya dâhil olan Simunul, Tawi-Tawi’de ilk mescidi inşa ettiğine inanılıyor. Çinli Müslüman tâcirlerin de ticârî bir durak olan bölgeye yıllar evvelinden yerleştiği ve burada yaşadığı da söyleniyor. 1405 senesinde güneydeki ilk merkezî hükümet olan ilk Müslüman devlet kuruldu: Sulu Sultanlığı. Bu devletin kurulması, yerel devlet kurumunun Müslümanlaşmış olması anlamına geliyor. Sultanlık, eski devlet teşkilatını bozmadan yeni yapıyı inşâ eden bir oluşumdu. Sultanlığın gücünün sebeplerinden biri de buydu. Haşim Ebubekir, Sulu Sultanlığı’nın kurucusu ve ilk sultanıydı. Babası Yemenli bir Arap, annesi de Malezya’nın Johore bölgesinden bir prensesti. Tausug silsilesine göre soyu şeriflerden olan Haşim Ebubekir, Sulu Prensesi Paramisuli ile evlendikten sonra sultanlığı kurdu. Aynı zamanda bir din âlimi olan Sultan, ülkenin hem siyasî hem dinî lideri oldu ve saltanatı elli yıldan uzun sürdü.
Sulu Sultanlığı çok milletli bir devletti. En güçlü devri olan 18. yüzyılın ilk yarısında toprakları; Zemboanga Yarımadası’nın tamamını, Basilan, Sulu, Tawi-Tawi, Palawan ve Sabah bölgelerini kapsıyordu. Aynı dönemde Sultanlık, civardaki Müslüman yerleşimler olan Brunei, Manila, Cebu (İspanyol sömürgesi öncesi), Maguindanao, Buayan, Bataviya ve Çin ile dış politika ilişkilerini geliştirmişti. İslâm’ın Sulu’ya gelmesinin üzerinden bir asır kadar geçtiğinde Filipinler’in Manila, Luzon, Cebu gibi bazı bölgelerinin yöre halkından olan Müslümanlarca idare edildiğini fakat Brunei Sultanlığı’na bağlı olduklarını görebiliyoruz. Bütün bu devletler arası münâsebetler, ticarî ve askerî ortaklıkları kapsıyor ve bu halkların arkadaşça ilişkiler içinde olmasını sağlıyordu. Bu müspet birliktelik, ileriki yıllarda verilecek özgürlük mücadelesi için son derece önemli olacaktı. Bir tarihçi, Sulu Sultanlığı’nın tarihini bir savaş tarihi olarak niteliyor. Zira İspanyol sömürgecilerin ilk geldiği tarih olan 1578’den 1927’ye kadar özgürlük mücadelesinin en önde giden ismi Sulu idi. İspanyol ve Amerikan olmak üzere iki büyük sömürge dalgasını savuşturmayı başaran Sultanlık, 19. yüzyılın başında zayıflamış olsa da bağımsız bir devlet olma konumunu 1405’ten 1936’ya kadar sürdürmeyi başardı.
İslâm’ın 1400-1500 yılları arasında Sulu adalarından Mindanao ana karasına yayılımı, Sulu Sultanlığı’nın siyâsî amaçlarından biriydi. Sözlü Maranao tarihi, Lanao Gölü’ne ilk gelen Müslümanların başka ülkelerden gelen Müslümanlardan değil, Tausug vâizlerinden olduğunu rivayet eder. Bu bölgelerde yaşayan halk Jolo’ya hem ticaret için hem de İslâmî ilimleri öğrenmek için geliyordu. Sulu, bu nedenle ülkenin İslâmî ilimler merkezi olarak tarihteki yerini aldı.
Mindanao’nun batı kıyısının tam İslâmlaşması, Muhammed Şerif Kabungsuwan’ın gelişiyle hızlandı. Sulu’nun ilk sultanı gibi, Kabungsuwan Şerif de Arap’tı ve Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in soyundan geliyordu. O ve takipçileri 1515’te Malabang’a (Lanao’nun bir kısmı) geldi. Kabungsuwan’a Tawi-Tawi’den büyük bir Sama grubu da eşlik ediyordu. Bazı akademisyenlere göre Kabungsuwan’ın Mindanao’ya gelişi tesadüfî değildi. Bu dönemde, adalar arası temas zaten mevcuttu. Daha sonra, muhtemelen 1516’da Maguindanao Sultanlığı’nı kurdu. Bu sultanlığın yükselişi Sulu’nunkine neredeyse benzer. Mindanao’da İslâmlaşmanın doruk noktası olarak görülmesi mümkündür. Aslında bir sultanlık kurmak, aynı zamanda siyasî bir gereklilikti. Zira merkezî bir sultanlık, Müslüman toplulukları birleştirmek için bir araçtı. Sulu ve Mindanao ana karasının İslamî sultanlıkları, barangaylardan daha yüksek bir siyasî ve ekonomik gelişme aşamasını temsil ediyordu. Bunların feodal bir toplumsal örgütlenme biçimi vardı. Her biri bir barangaydan daha fazla insanı ve daha geniş bir bölgeyi kapsıyordu. Padişah, pek çok datu üzerinde nüfuzu olan hem siyasî hem de dinî liderdi.
Sömürge Öncesi Filipinler
Sömürgeleştirmeden önce, halk geniş tarım alanlarını işliyordu. Ovalarda veya dağlarda insanlar sulama sistemleri geliştirmişlerdi. Hayvancılık ve balıkçılıkla uğraşıyorlar ve bitkilerden çeşitli içecekler yapıyorlardı. Ayrıca madencilik, metal âletlerin imalâtı, silah ve süs eşyaları, kerestecilik, gemi yapımı ve dokumacılıkla uğraşıyorlardı. El sanatları hızla gelişiyordu. Barut da savaşta kullanılmaya başlanmıştı. İspanyollar geldiğinde Manila’nın kuzeyinde ateşli silahlar kullanan Müslüman bir topluluk zaten vardı. Egemen sınıflar; toplumsal sistemi korumak, barangaylara karşı bağımsızlıklarını ilan etmek veya yabancı işgalcileri püskürtmek için silahları kullandılar. Onların o zamanki içtihatları, bugün hâlâ Kalantiyaw Yasası ve Şeriat Yasası ile devam etmektedir. Bunlar, o zamanki kültürlerinin mihenk taşlarıydı. Destanları, koşukları, bilmeceleri ve şiirleri içeren yazılı bir edebiyat vardı; çeşitli müzik ve dans biçimleri ve enstrümanlar geliştirmişlerdi. Tasarım harikası çanlar, davullar, gonglar, kalkanlar, silahlar, aletler, mutfak eşyaları, tekneler, taraklar, sigara boruları, kireç tüpleri ve sepetler içeren sanat eserleri üretiyorlardı. İnsanlar ahşap, kemik, fildişi, boynuz veya metallerle sanat icrâ ediyordu. Anito ibadetinin ve çok tanrıcılığın hâkim olduğu bölgelerde flora ve fauna imgeleri taklit edilirken, Müslüman inancının hâkim olduğu bölgelerde geometrik ve arabesk tasarımlar yapılıyordu. Luzon’dan Mindanao’ya adalar arası ticaret vardı. Çin, Çinhindi, Kuzey Borneo, Endonezya, Malaya, Japonya ve Tayland gibi komşu ülkelerle kapsamlı ticarî ilişkiler vardı. Hindistan ve Orta Doğu’ya kadar uzanan tüccarlar, takımadaların sömürge öncesi sakinleriyle ticaret yapmak için yarıştılar. 9. yüzyılın başlarında Sulu; Kamboçya, Çin ve Endonezya’dan gelen ticaret gemilerinin birleştiği önemli bir ticaret merkeziydi. Arap tüccarlar, Sulu’dan Çin ana karasına Kanton Limanı üzerinden mal getiriyordu. 14. yüzyılda, Çin’den gelen 60 gemiden oluşan büyük bir filo Manila Körfezi, Mindoro ve Sulu’ya demirledi. Bundan önce, Çin ticaret gemileri Filipin kıyı şeridinin çeşitli noktalarına yelken açıyordu. Ticarette takas sistemi kullanılıyor ya da altın ve metal sikkelerle ödeme yapılıyordu.
Bu nedenle, İspanyollar adalara geldiklerinde, insanlar kendilerine has bir yaşam tarzı ve farklı bir kültür içinde yaşıyordu. Takvimleri, ağırlık ve ölçü birimleri, yazı sistemleri, bazı hukuk kuralları, hem Hindu hem de İslâm etkilerini taşıyan dinî inançları ve metal işleme, çanak çömlek yapımı ve dokumacılık konularında hayli becerileri vardı. Aynı zamanda altın, köle, balmumu ve “sijueyes” adını verdikleri, Siyam Krallığı’nda ve diğer yerlerde para karşılığında geçen bir tür küçük deniz kabuğu ticareti yaygındı. Ayrıca adalarda büyük miktarda bulunan bazı beyaz kumaşlar da ticaret metaıydı.
Başka bir deyişle İslâm, sultanlık altındaki Müslüman topluluklara yansıdığı gibi, bölge insanları arasında da birlik, sosyal ve siyasî düzen, müreffeh geçim kaynakları ve ekonomik ilerlemeyi getirdi.
Sömürge Sonrası Filipinler
Hristiyanlığın gelişiyle, özellikle de İspanyollar tarafından getirilen Roma Katolikliğiyle, Filipinler halkları dünyanın en büyük dinî inançlarından ikisi olan İslâm ve Hıristiyanlık rekabetiyle karşılaştı. Barangay topluluklarının gelenekleri, yeni ekonomik ve dinî düzenlere uyum sağladıkça Filipinlilerin yaşamında yeni bir dönem başladı.
Bu geliş, sonraki 300 yıl boyunca, sadece dünya tarihindeki en uzun değil, aynı zamanda en acımasız sömürge rejimlerinden birine yol açacaktı. İspanyol rejimi, yerli toplulukları ve kurumları sistematik olarak yok etti. Halk medeniyetsiz bir hâle getirildi, hükümetin çeşitli projelerinde zorla çalıştırıldı ya da rahiplere ve kamu görevlilerine sözleşmeli hizmetçi yapıldı. Her şeyden önce İspanyollar, yerel inançları ve kutsal tapınakları yok edilen yerli halka yabancı bir din olan Hıristiyanlığı dayattı. Mağluplar, medenîleştirilmesi gereken vahşiler veya putperestler olarak görülüyordu. Aslında çoğu benzeri durumda, halk basitçe doğrudan öldürülürdü. Çünkü soykırım çok etkili bir fetih aracıydı.
Bu sebeple üç yüzyıl boyunca Filipinliler kendi ülkelerinde mahkûm ve köle oldular. Akla gelebilecek her türlü sömürü ve istismara maruz kaldılar. Batı’nın bu müdahalesine karşı halkın her zaman bir direnişi oldu. Takımadalarda, -tarihî kaynaklarda kaydedilen- 200’den fazla isyan gerçekleşti ve bu isyanlar 1896’da ülke çapında devrime sebep oldu. Bu Müslüman direnişi, İspanyollar tarafından Haçlı Seferi’nin bir uzantısı olarak görülüyordu; tek fark savaşın artık Avrupalılar ve Araplar arasında değil, İspanyollar ve Morolar arasında olmasıydı.
Başlangıçta, Ferdinand Macellan’ın 31 Mart 1521’de Visayas bölgesine, özellikle de Leyte’ye gelmesinden, Legazpi’nin geldiği 1564 yılına kadar ciddi bir istila olmadı. 1564 tarihi, Müslümanların Batı sömürgeciliğine karşı direnişlerinin ve mücadelelerinin başlangıcı oldu. Dr. Majul, bu direnişi “Moro Savaşları” olarak tanımladı. Analizinde Moro Savaşlarını altı aşamaya ayırdı. Bu savaşın ilk aşaması, 1571’de Raca Süleyman yönetiminde Manila’daki Müslüman yerleşiminin işgal eden Legazpi’nin gelişiyle başladı. Filipinler’in kuzey kesimindeki etkisini yok etmek ve güneydeki Sulu Sultanlığı’nı etkisiz hâle getirmek için Brunei’nin işgal edilmesiyle de sona erdi. İspanyol general, önce Brunei Sultanı’na bir mektup gönderdi. Mektubun önemli kısmı, Müslümanların Filipinler’deki herhangi bir yere gönderilmesine Brunei Sultanlığı’nın müsaade etmemesi hakkındaydı. Bu mektup, İspanyol sömürgeciliğinin esasını ortaya koyan somut bir kanıt olabilir: Hristiyanlaştırma ve tüm Güneydoğu Asya’nın fethi.
Moro Savaşları, aslında Filipinler’deki İspanyol işgalinin bitmesiyle sona ermedi. Bilakis, Filipinler 1898 Aralık ayında imzalanan Paris Antlaşması’yla barış yapan İspanya ve Amerika arasında el değiştirdi. İspanya, Filipinler’i ve hatta o dönem Filipin toprağı sayılmayan Sulu ve Mindanao’yu da ilhâk ederek Amerika’ya 20 milyon dolar karşılığında sattı. İspanyollar nihayet çekip gitti, fakat onların yerini alan Amerikalılar sömürge faaliyetlerine bölgeye ‘medeniyet getirmek’ adı altında aynen devam ettiler. Moro Savaşları, İspanyollara karşı olduğu gibi Amerikalılara karşı da sürdürüldüğünden Moro-Amerika Savaşı, savaşın yedinci seviyesi olarak kabul edildi. Sulu Sultanlığı’nın en zayıf hâlinde bile Tausuglar beyaz adama karşı savaşacak gücü bulmuştu. O sırada Amerikan güçlerinin varlığı, İslâm’a ve Müslümanlara karşı tehdit olarak algılanıyor, Amerikalıların İspanyolların işine kaldıkları yerden devam ettikleri düşünülüyordu. Belirli merkezlere Amerikan bayrağı asılıp Müslümanlardan gemilerine Amerikan bayrağı çekmeleri istenince halk iyice bilendi. Amerikalılar, Müslümanlardan vergi almak için yeni bir arazi kanunu çıkarınca insanların sabrı da artık taşmış oldu.
Bugüne gelirsek…
İspanyollardan kurtulalı 100, Amerikalılardan kurtulalı 70 yıl geçtikten sonra da Filipinli Müslümanların mücadelesi bitmedi. Bir elli yıl daha Filipin hükümetiyle çekişmek zorunda kalan güneyli Müslüman halk, bu süreçte yeni bir kimlik kazandı: Bangsamoro. Bugünlerde âsâyiş nispeten berkemâl. Yüzyıllardır süren mücadelenin neticesine dair bir umut ışığı var. İnşaallah, bu yüzyıl yeni bir başlangıç olur. Bugün Filipin Takımadaları Güneydoğu Asya’da Müslümanların azınlıkta kaldığı tek Hristiyan ülke. Hâliyle dışarıdan bakanlar bizi Malezyalılar ve Endonezyalılarla karıştırıyor. Doğrudur, karışığız. Zira sadece insan olarak ve ırkî asabiyetten değil, inancımızla da kardeşiz ki; en önemlisi budur.
Khasmine İsmail
khasmd@gmail.com