2022 HAZİRAN - 3. SAYI

UYANIŞ YOLU

UYANIŞ YOLU

Allah’ı bilmeyen kalp, yaşadığını zannetse de aslında ölüydü.

Nice kalpleri küfür bataklığından çekip çıkaran önce Allah, sonra da O’nun karşımıza çıkardığı vesilelerdi.

Allah’ı bilmeden yaşayan kalp; tekleyerek, hastalıklı olarak atıyordu.

Sonra değişik yollardan insanı hidayete döndüren Allah azze ve celle; bedenini, tüm âzâlarını, bakışını, kısacası dışını içini değiştirip seni hakikî kul olma yoluna giden o dosdoğru yola doğru bir yolculuğa çıkarıyordu.

Bilmediğin bir âlemdi burası aslında: Tıpkı âhireti tam bilmediğin gibi…

Âh teslimiyet!

O dosdoğru yola bakan gözlere şeytan her şeyi o kadar farklı gösteriyordu ki; adımların geri geri gidiyordu.

“Kalbin temiz, böyle de olur, sadece namaz ile de olur, Allah yalnız kalbine bakar.” diye diye seni şu fanîlikte tutmaya, durdurmaya çalışıyordu.

Sırât-ı müstakîme giden yola revân olmak demek, kul olmak demek…

Sâlih olmak, sâliha olmak demek, -tâbiri câizse- Allah’ın insanı adam etmesi demek…

Hidâyet ile birlikte her şey daha da zorlaşmış görünüyor insana. Sanki seni kimse anlamıyor gibi… Sonra bir aşk sarıyor içini ve herkes bir anda ibadet etmeye başlamalıymış gibi geliyor insana…

İmtihan silsilesi, sırayla geliyor ve en yakınlardan başlıyor hep. İlmin yoksa başındaki örtünün Allah Teâlâ katında değerini bilmediğin için hemen başını açma teşebbüsünde bulunabiliyorsun.

İlmin yoksa yerler ıslak hem de çok ıslak olduğu için kayıp düşüyorsun. İlim, insanı sırât-ı müstakîm üzerinde tutan en büyük kalkan… İlim, insanı adam eden en aziz müessese…

Afrika kıtasındaki izlenimlerimden hareketle şunu söyleyebilirim: İlim orada her yerde, her alanda… Âdeta su gibi elzem…

Türkiye’den bana sadaka parası veren bir kardeşimizin parasını Sudan’da bir hanım kardeşimize ulaştırmıştım. Parayı Sudan riyali olarak verdim. Dilenen kadın hemen çocuğu ile beraber yerinden kalktı. Ben acaba yanlış bir şey mi yaptım, diye düşünürken orada bulunanlar kadının bu hareketini “Gününü kurtardınız, ihtiyacından fazlasını dilenmenin haram olduğunu bildiği için bu parayla yemeklik alıp evine gidecek.” dediler.

İslâmî kaideleri bilmek, o güzel ahlâk, nasıl da güzel kul ediyor insanı, değil mi?

Hırsızlık yapmanın hükmünü bilen, zina yapmanın hükmünü bilen, yetim malı yemenin hükmünü bilen kul; Allah’a mahcup bir kalp ile varmak istemiyor.

Bizler ne yazık ki, hep “yazdan yaza din eğitimi” sloganı ile yaşadık.

Hâlbuki bizi adam edecek o yol, her zaman vardı ve her ânımızı kaplamalıydı.

Biz bir yerlerde öyle yanlış yaptık ki, ipin ucu gün geçtikçe kaçtı ve gençlik bu bataklıktan çıkamaz oldu.

Tebliğ deyince, aman canım kime söylesen ters tepiyor, der olduk ve söylenmeye söylenmeye hakikati duymayan kalpler, daha da karardı gitti.

Tebliğ her anımızda olmalı ki, nice kalplere bir köprü vazifesi görebilsin. Hidâyet Allah’tan ama kulağa su kaçırmak, gel kardeşim, demek, bizlerden istenen vazife, her zorluğa rağmen…

 

Yine Afrika’dan bir örnek vereyim:

Medreseden çıkan çocuklara rastlamıştım. Elimde de helal sertifikalı şekerlemeler var. Tam dağıtmaya başlayacağım, bir çocuk “Almayın!” deyince herkes durdu.

Tesettürlü olmama rağmen Müslüman olduğuma inanmaları gerekiyordu.

Şehâdet getir, şehâdet parmağını kaldır, Nâs ve Felâk oku, gibi şeyler söylediler. Ellerindeki Kur’ân cüzlerinden okuttular, en sonunda şekerleri almaya karar verdiler.

Şu an soruyorum sizlere; hangimizin çocuğu sokakta, camide biri şekerleme verse alır ya da almaz?

Belki cahil diye gördüğümüz Afrikalı bir anne, çocuğuna bu hassasiyeti vermiş ki çocuk şekeri veren Müslüman ise alabilirim, diye düşünüyor.

Küçücük çocuklar sizi sınava tâbî tutuyor. Muazzam bir tecrübeydi benim için. Ben bu işin neresindeyim, dediğim günlerden sadece bir tanesi idi.

 

Sudan Kesele’de bir çöl evine misafir olmuştuk. Ev sahibi deve sütüne zencefil karıştırmış, bizi bekliyordu. İlk sorusu, abdestin var mı, oldu.

Abdestimin olmadığını söyleyince hemen bana su taşıdılar. Abdest alırken parmaklarımı hilallemedim, daha fazla zahmet vermeyeyim, çabucak abdestimi alayım diye düşünmüştüm. Hanımlar hemen “Abdestin olmadı. Parmaklarını hilallemen lazımdı.” dediler.

Sonra beni kerpiçten bu evin başka bir kapısından buyur ettiler. Ortadaki bir örtü ile evi haremlik ve selamlık olarak ayırmışlardı.

Kişi, şer’î hükümleri gerçekten yaşarsa ve isteği Allah’ın razı olduğu bir şey ise isteğinin gerçekleşmesi için bir imkân doğuyor. İman varsa imkân da var.

 

Afrika, hidayetimden sonraki ikinci uyanış noktamdı. Orada, gıda depolamanın Müslümanca olmadığını idrak etmiştim. Çünkü evlere misafir olduğumda çayın, şekerin, unun, bakliyatın kısacası evlerindeki her şeyin o gün yetecek kadar evde bulunduğunu görüyordum. Bu durum size normal gelebilir, evlerde elektrik yok, nasıl depolayacak, diyebilirsiniz. Lâkin Afrikalı kardeşlerimiz ile konuştuğumuzda işin özünde teslimiyet olduğunu gördüm. “Bugün rızkımı tedârik eden Allah, yarınıma, daha sonraki günüme, ömrüme de kefildir.” diyorlardı.

Bir gün yolculuk yaparken yatsı namazı için durduk ve bir mescide girdik. Bazı kimseler Kur’ân okuyor, bazıları ise namaz kılıyordu. Mescid, bizim camilerimize hiç benzemiyordu, ciddi bir tâdîlâta ihtiyacı vardı. Büyük oğlum Evran, şöyle dedi: “Anne, baba! Onların hiçbir şeye ihtiyacı yok ki; onlar Kur’ân okuyorlar.” 

Acınacak durumda olan aslında bizleriz.

Afrika, vakti beşe değil, teheccüd ile beraber altıya tam mânâsı ile bölenlerin beldesi…

Gece teheccüde hazırlık sesleri, “salâh salâh” diye bağıranlar, tekrarı yok, kalkın bu fırsat kaçmaz, der gibi geliyor hep. Her sene aynı bölgelere gittiğimiz için, birçok kişinin çocukluğunu biliyoruz. Zamanla akraba gibi olduk. Her gittiğimizde isim isim “O nerede, bu nerede?” diye soruyoruz. Ölenleri duyunca içimi üzüntü kaplıyor, ağlıyorum. Hep aynı cevabı veriyorlar: “Neden ağlıyorsun? Allah’ı seven için üzüntü yoktur. O Rabbi’ni seviyordu, sen de üzülme!”

Bizim cenazelerimiz, bizim taziyelerimiz, bizim ölüm karşısındaki tutumumuz onlardan oldukça farklı. Tamamen dünyaya kapıldığımız için, ölümü kabul etsek de, bırakamıyoruz birçok şeyi…

Teslim olamadığımız birçok şey gibi ölüm ve âhiret de teslim olamadığımız konulardan.

Cenaze yıkanırken bazen ben de yanlarına giriyorum. Ben dehşete düşüyorum her seferinde… Ölmek, bir ölüyü defnetmek, toprağa vermek bile ne denli zor mazlum coğrafyalarda… Bizde gasilhane sisteminden tutun da, toprağa verilişe kadar her şey sistemli.

Oralarda ise her bir kimseye ayrı ayrı “Tahta topla!”, “Ateşi yak!”, “Su doldur!”, “Hasır getir!”, “Suyun sıcaklığına bak!”, “Kefen biç!” derken zaman geçiyor.

Evinde yıkanan mevtâ, o gece evde kalacaklar için evi bir çamur dünyasına dönüştürüyor. Cenaze toprağa koyuluyor, diğer kadınlar ise evi kuru toprak ile sıvamaya başlıyorlar. Ölmek de zor, kalmak da zor, deyiveriyor insan gördükleri karşısında. Mevtâ, hemen herkese dağıtılan hatimler ile defnediliyor taşı bile olmayan mezarlara.

Afrika’da İslâm’ı gerçekten yaşayan birçok beldenin insana hakikati fısıldadığı kesin. Nefis terbiyesi için, nefsi hesaba çekmek için, ben bu dünya hayatında ne kadar boş yaşamışım diyebilmek için herkesin soluklanması gereken yerler buralar…

Allah Teâlâ; bizlere dîn-i İslâm üzere yaşayıp ölmeyi, nice hidâyet bekleyenlere köprü olabilmeyi nasip etsin.

Ayaklarımızı şu kaygan zeminde sapasağlam etsin.

Tüm ümmet-i Muhammed’e duâ eder, herkesten duâ beklerim.

Ayşe Tuğçe Karas

aisekaras@gmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir