UZAK DOĞU’YA İSLAM NASIL GİRDİ? – 3
JAPONYA
UZAK DOĞU ÜLKELERİ DENİNCE AKLA ÇİN, KUZEY KORE, GÜNEY KORE, JAPONYA, ENDONEZYA, FİLİPİNLER, MALEZYA, BRUNEİ, SİNGAPUR, DOĞU TİMUR, TAYLAND, LAOS, KAMBOÇYA, VİETNAM, MYANMAR (BİRMANYA), BANGLADEŞ, PAKİSTAN, SRİ LANKA VE MOĞOLİSTAN GİBİ ÜLKELER GELİYOR. DERGİMİZİN GEÇEN SAYILARINDA ÇİN’E VE KORE YARIMADASI’NA İSLÂMİYET’İN GİRİŞİNİ ANLATMIŞTIK. ŞİMDİ İSE JAPONYA’NIN İSLÂMİYET İLE NASIL TANIŞTIĞINI ELE ALACAĞIZ.
JAPONYA’YA GENEL BAKIŞ
COĞRAFÎ KONUMU: Japonya, kuzey yarımkürede Pasifik Okyanusu’nun batısında yer almakta olup Güney Kore, Çin ve Rusya ile komşudur.
BAŞKENTİ: Tokyo
DİLİ: Japonca
YÜZÖLÇÜMÜ: 378.000 km²
NÜFUSU: 126.443.000 (2018)
PARA BİRİMİ: Japon Yeni (¥, JPY)
DİNİ: Şintoizm, Budizm, Hristiyanlık ve diğerleri
KİŞİ BAŞINA DÜŞEN MİLLİ GELİRİ: $42.928 (2020)
KISA TARİHİ
Japon takımadalarına insanların ilk kez 10.000’i aşkın yıl önce yerleştiği söylenmekle birlikte şimdiki Japon halkının kökeni hâlâ bilinmemektedir. Yüz yıllar boyunca birçok bakımlardan Çin ve Kore Yarımadasından etkilenmiş olan Japonya’da kendine özgün farklı bir kültür şekillenmiştir.
Japonya’da pirinç yetiştirme ve maden âletlerinin kullanımı, M.Ö. 300 gibi erken bir tarihte başlamıştır. 4. ve 7. yüzyıllar arasında başkenti şimdiki Nara eyâletinde bulunan imparator merkezli bir yönetim sistemi gelişmiştir.
- yüzyılda güçlü Çin etkisi ile Budist kültürü yayılmıştır. Bundan sonra başkent, aristokrat yönetimin uzun bir süre devam ettiği şimdiki Kyoto şehrine taşınmıştır. Dünyanın en eski romanı olduğu söylenen Genji’nin Hikâyesi bu tarihlerde yazılmıştır.
Savaşçı sınıf (Samurai), gücünü yavaş yavaş artırmış ve 12. yüzyıl sonlarına doğru iktidarı ele geçirmiştir. 1274 ve 1281 yıllarında Moğollar Japonya’ya iki defa saldırmıştır.
Başkenti Edo (şimdiki Tokyo) olan Tokugawa Beyliği, 17. yüzyılın başlarında, yıllar boyu süren mücadele ve birçok rejimin devrilmesinin ardından kurulmuştur. Edo hükümeti, dış ülkeler ile temasın sınırlandığı bir ulusal tecrit politikası benimsemiştir. 1639’da Japonya dış dünyaya karşı tamamen içe kapanmış, 1853’te Komodor Perry’nin Japonya’ya gelişi, kapalı kapı politikasına etkin biçimde son vermiştir.
1853’te ABD Deniz Amirali Matthew Perry, Uraga’ya gelerek Japonya’nın kapılarını açmasını istemiştir. Dolayısıyla 1868’de Meiji Restorasyonu gerçekleşir ve Edo’nun adı Tokyo olarak değiştirilir. Siyasal ve sosyal sistemlerde ve insanların yaşam tarzlarında büyük değişimler olur. Zorunlu eğitim sistemi kurulur; ülke çapında ilkokullar açılmaya başlar.
1867 yılında iktidardaki Shogun’un istifası üzerine imparatorun otoritesi geri verilmiştir. Bu olay, Meiji Restorasyonu olarak bilinmektedir. Devlet işlerinin kontrolünü yeniden devralan İmparator Meiji yönetimindeki yeni hükümet, kabine sisteminin kurulması ve anayasanın oluşturulması başta olmak üzere, yerel yönetimler sistemi reformu ile modern bir eğitim sistemi dâhil bütün Batılılaşma politikalarını desteklemiştir. Batı kültürü, ülkenin refah ve askeri gücünün iyileştirilmesine yönelik bir politika olarak aktif biçimde tanıtılmıştır.
1894-1895 yıllarında Japonya-Çin Savaşı patlar. Bu savaş 1945’te Hiroshima ve Nagasaki’ye ABD tarafından atom bombaları atılıncaya kadar devam eder.
JAPONYA’DA DİNLER
Web Japan’in İngilizce olarak yayınladığı JAPAN FACT SHEET (Japonya Bilgi Formu) adlı broşürün Din (Religion) maddesinde Japonya’daki başlıca dinlerden Şinto, Budizm, Hıristiyanlık ve diğer yeni dinler özetle anlatılarak sayısal veriler de sunulmuştur. Biz bu dinlerin Japonya’ya giriş tarihini daha da özetle ele alırsak durum şöyledir:
Japon kültürüne bin seneden fazla vakit etki eden iki yabancı unsur hiç kuşkusuz Konfüçyanizm ile Taoizm’dir. Bunun somut belirtilerinden bir tanesi, Çin takviminin yaygın kullanımı ve falcılık, uğurlu-uğursuz yönlerin tespiti metodu gibi konularda kendini göstermektedir.
Japon Yerli Dini: Şintoizm
İki Çince söz veya heceden oluşan Shen Dao (神道) kelimesinin sözcük anlamı ‘Tanrı’nın Yolu’ demektir. Şintoistler için dünya, bir biri üstünde duran üç tabakadan oluşur: Gök, yer ve yeraltı. Her üç tabakada da tanrılar oturur. Şintoizm bir tür animizmdir. Her varlığın teker teker maddî varlığının ötesinde bir de ruha sahip olduğunu kabul ederek bu doğa figürlerine tapınırlar. Başta güneş olmak üzere nehrin, ormanın her birinin ayrı tanrıları vardır. Bir rivayete göre sekiz yüz bin, başka bir rivayete göre ise sekiz milyon veya on beş milyon tanrının varlığından bahsedilmektedir. Hattâ halk içinde ‘Bir tane pirinç üzerinde yedi tane tanrı vardır.’ deyimi de yaygındır. Bunu mecazî olarak yorumlayıp pirinci israf etmemeye yönelik benzetmedir, diyenler de bulunur. Şintoistler, dîni en içten tasavvurla imparatorluğa bağlar ve hükümdara kutsiyet atfederler. Tanrılaşan hükümdarlardan devletin kurucusu Cimmu’ya, 1912’de ölen İmparator Meiji’ye ve bilhassa Ocin’e çok hürmet edilir. Büyük devlet adamlarından ve kumandanlardan da tanrılaşanlar vardır. Çok tanrılı bir inanç sistemi olan Şintoizm, M.Ö. 3. yüzyılda ortaya çıkmış, zamanla değişerek gelişmiştir. Günümüzde Japonya nüfusunun büyük çoğunluğu, Şintoizm ile Budizm’e inanmaktadır.
Budizm
M.Ö. 5. yüzyılda Hindistan’da ortaya çıkan Budizm, M.S. 1-2. yüzyıllarda Çin’de yayıldıktan sonra, M.S. 6. yüzyılın ortalarında Kore’den Japonya’ya gelmiştir. Japon imparator Shomu (M.S.701-756) Budizm’i benimseyip onu devlet dîni hâline getirdikten sonra başkentte haşmetli bir tapınak inşâ ettirmiş, Buda’nın büyük heykelini yaptırmıştır. Bu dönemden sonra ülkede Budizm ile Şintoizm birlikte varlığını sürdürmüş, ilerleyen zaman içerisinde karşılıklı olarak birbirini etkilemişlerdir. Meiji Restorasyonu (1868-1912) döneminde Budizm’in devlet dîni statüsü iptal edilerek onun yerine eski din olan Şintoizm devlet dîni ilan edilmiştir.
Hristiyanlık
Japonya’daki Hristiyanlık tarihini üç aşamada ele alırsak anlaşılması daha kolay olur. Birinci aşama, 16. yy’ın ortalarında Hristiyanlığın Japonya’ya ilk girişidir. İlk Cizvit misyoner Francis Xavier, Temmuz 1549’de Kagoshima’ya gelmiştir. Ondan sonra gelen Cizvitlerin çabalarıyla 1579’da buralarda yaklaşık yüz bin kişi Hristiyan olmuştur. İkinci aşama, inziva dönemidir. 1614 yılında ülkede üç yüz binden fazla Japon Hristiyan olmuşken Tokugawa hükümeti Hristiyanlığı yasaklayarak yabancı misyonerleri ülkeden kovmuş, üç binden fazla Hristiyan’ı da idam etmiştir. Birçok Japon Hristiyan ölmemek için inançlarını gizleyerek inzivaya çekilmişlerdir. Üçüncü aşama, tekrar aktifleşme sürecidir. 1873 yılından sonra gizli Hristiyanlar kendilerini aşikâr etmiş, yurtdışından da birçok Katolik ve Protestan Hristiyan misyoner Japonya’ya gelmeye başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra misyonerlerin çabalarıyla ülkede 1.9 milyon kişi Hristiyan olmuş ve Hristiyanlar ülkenin toplam nüfusunun %1,5’ini oluşturur hâle gelmişlerdir.
Diğer Dinler
Japonya’da yukarıda bahsi geçen üç dinden başka geleneksel halk inanışının yanı sıra Şamanizm ve bazı kültler bulunmaktadır. Budizm’in bir kolu olan Aum Şinrikyo Örgütü, 20 Mart 1995’te Tokyo metrosuna sarin gazı saldırısı düzenlemişti. Saldırıda 13 kişi hayatını kaybetmiş, 6 binden fazla kişi de zehirlenmişti. Olay, Japonya tarihindeki en büyük terör saldırısı olarak kayıtlara geçmiştir. Bu olayın yarattığı olumsuz etkilerden dolayı Japonlardan bazıları Buda dini hakkında kötü düşüncelere kapılmış ve diğer dinleri araştırma gereği hissetmiştir. Samurai Muslim Youtube kanalındaki Japon Müslüman, kendi ihtida öyküsünü anlatırken bu konuya değinmiştir.
Bu konuyla ilgili olarak JAPAN FACT SHEET (Japonya Bilgi Formu) tarafından hazırlanan güncel sayısal veriler şöyledir:
Şintoizm | Budizm | Hristiyanlık | Diğer | |
Tapınak, Kilise vb. dinî kurumların sayıları | 87,696 | 84,382 | 8,626 | 35,427 |
Din Adamları | 71,142 | 355,886 | 30,852 | 199,358 |
Mensupları | 86,166,133 | 85,333,050 | 1,921,834 | 7,743,714 |
Japonya’da Müslümanlar ve Camiler
Alt başlıklarda İslâm’ın Japonya’ya nasıl geldiğini anlatacağız. The Economist’in 7 Ocak 2021’de yayınladığı verilere göre, şu an Japonya’da 230 bin civarında Müslüman nüfusu yaşamaktadır. Bunların içinde elli binden fazlası sonradan Müslüman olan yerli Japonlardır. Diğerleri çeşitli Müslüman ülkelerden gelerek Japonya’da ikamet etmekte olan insanlardır. Günümüzde Japonya’da 110’dan fazla camii ve mescit bulunmaktadır. Helâl yemek lokantaları, market, camii ve mescid adreslerini Japan Muslim Guide sitesinden bulabilirsiniz.
OSMANLI-JAPON MÜNÂSEBETLERİ
Osmanlı Devleti’nin Japonya ile ilk resmî münâsebetleri 1871’de Japon Dışişleri Bakanlığı kâtibi FuKuchi Genichiro’nun Japon Devleti’nin murahhası olarak İstanbul’a gelmesiyle başlamıştır. Türkiye’nin genel durumunu incelemek üzere İstanbul’da çeşitli temaslarda bulunan FuKuchi resmî raporunda Avrupa Milletlerarası Fuarı’ndan bahsederken orada teşhir edilen Türk mallarının çok olduğunu belirtmektedir.
FuKuchi’nin İstanbul’u ziyaretinden 7 yıl sonra, yani 4 Kasım 1878’de Japon savaş gemisi Seiki, Avrupa’ya yaptığı eğitim gezisi sırasında İstanbul’a da gelmiş, Çanakkale Boğazı’ndan geçiş izni istemiştir. Osmanlı Sultanı onlara sadece izin vermekle kalmayıp Seiki gemisi komutanı İnouye ve beraberindeki üç subayı Yıldız Sarayı’na davet ederek huzuruna kabul etmiş ve onlara Nişân-ı Osmaniye vermiştir. Onlar İstanbul’da iki hafta konuk olduktan sonra 20 Kasım 1878’de İstanbul’dan ayrılmıştır.
Yine 1881’de Japon imparatorunun akrabalarından Prens Kato Hito başkanlığında bir gayri resmî Japon heyeti İstanbul’a gelmiştir. Bu heyete İstanbul’da bulundukları müddetçe lâzım olan bütün kolaylık gösterilmiş ve şehir gezdirilmiştir. Japon heyeti, İstanbul’dan ayrılırken Sultan tekrar onların veda ziyaretini kabul etmiştir. 1886’da Japon imparatorunun özel müşaviri Kont Koruda, 1887’de imparatorun amcası Prens Komatsu Akihito ve eşi İstanbul’a ziyarete gelmiş, Sultan II. Abdülhamid onlara büyük alaka göstermiş, onları Dolmabahçe Sarayı’nda misafir etmiştir. Japon Prens, bu ziyaret esnasında Japon İmparatoru Mikado’nun gönderdiği en büyük Japon nişanı olan Chrysanthemum’yi (Kikuki Daijusho) padişaha takdim etmiştir. Sultan ise o zamana kadar hiçbir ecnebî devletten nişan kabul etmediği hâlde bu hediyeyi zevkle almıştır. Prens ayrıca Sultan’a Mikado’nun hususî bir mektubunu da getirmiştir. Mektupta siyasî, ticarî ve kültürel sahalarda iki milletin yakınlaşmasına ait dilekler ifade edilmiştir. Prens Komatsu’nun İstanbul’u ziyaretinden sonra iki ülke arasındaki iyi niyetli mektuplaşmalar devam etmiştir.
Bunun üzerine İslâm dünyasına karşı açık politika sürdürmeye karar veren Japon İmparatoru, Osmanlı Sultanı’na şahsî ve resmî temsilcilerini yollayarak İslâmiyet’in gerçeklerini anlatacak âlimler istemiştir. Sultan II. Abdülhamid bu mevzuyu Şeyhülislam Cemâleddin Efendi’ye sormuştur. Padişah da, Şeyhülislam da, İslâmiyet’i tefekkür, felsefe ve gayesi ile Japonca veya herhangi bir yabancı dilde yeterince izah edebilecek şahsiyet mahrumiyetinin hicrânı içinde çaresiz idiler. Padişah: “Düşündüm ki, Japon imparatorun istediği Müslüman din âlimleri kendi ülkemizde olsa ve onları ben bulabilseydim, Japonlardan evvel kendi milletim ve halife olarak İslâm âleminin istifadesini temin ederdim. Şöhret yapmış ilmiye mensuplarını tanıyorum. İçlerinde şahsen hürmete şâyân çok şahsiyet vardır, ekseriyetle de şahsen faziletli idiler, fakat ilmî kudretleri olduğu kadar cihanı telakkî tarzları bu kadar büyük ve İslâmiyet’in mukadderatı üzerinde tesir yapacak mevzuu ele almaya, neticelendirmeye müsait değildi.” diyordu.
Bu arada Japon İmparatoru savaşta Rusya’yı yendikten sonra İslâm dünyası ile bilhassa Osmanlı Devleti’yle daha iyi münasebetlerde bulunmayı arzu ediyordu. 1905-1906 yıllarında Japonya’da İslâmiyet’e karşı gelişen bu olumlu tutum üzerine çok etkilenen İslam âlemi, bunu Japon halkının İslâmiyet’i kabul etmeye hazır olduğuna bir işaret olarak nitelendirerek Japonya’da İslâm propaganda faaliyetlerini başlatmak üzere harekete geçti.
Nitekim Japonya’da ‘Hakikî Dinleri İnceleme’ (Japanese Society For The İnvestigation of Religious Truths) adında bir müessese kuruldu ve çeşitli dinlerden hakikî bir dini kabul etme kararlaştırıldı. Japonya’nın önde gelen bilginleri ve üst düzeydeki liderlerinden oluşan bu cemiyet, 1906 Nisan ayında İslâmiyet’i daha iyi şekilde anlamak ve diğer dinlerle mukayese etmek gayeleriyle bir milletlerarası kongre tertiplemişlerdi.
Bu kongrenin gelişmelerini yakından takip eden İngilizler, bu kongrenin İslâmiyet’in lehine sonuçlanmaması için gereken bütün tedbirlere başvurmuştur. Bundan dolayı bu tarihî kongre, İslâm propagandası ve Türk-Japon milletinin yakınlaşması için büyük bir fırsat olacakken Hristiyan misyoner ve kozmopolitler tarafından araya fesat sokulmuş ve başarı yolu kapatılmıştır.
Bununla da yetinmeyen Hristiyan misyonerleri, İslâm dini aleyhinde propaganda yapmak üzere birtakım iftiralardan ve edepsiz hezeyanlardan ibaret olan ‘Muhammed’ adlı Japonca bir kitap yazmışlardır. Bu kitabı beş milyon adet bastırarak Japon köylerine varıncaya kadar ücretsiz olarak halka dağıtmışlardır.
Japon imparatoru nezdinde teşebbüs edilen Osmanlı-Japon yakınlaşma politikası Avrupa’dan beklenmeyen tepkiyle karşılaşınca bazı Japon aydınlar tarafından bu kongre şiddetle eleştirilmiş, ‘Eğer Japonya İslâm’ı devlet dini olarak kabul eder ve bütün Asya’daki Müslümanların lideri pozisyonuna geçerse, bu durum Yeni Sarı Tehlike diye adlandırılır.’ denilmiştir.
Seyyah Abdürreşid İbrahim Efendi’nin Japonya’daki Faaliyetleri
Son Osmanlı devrinin büyük kalem mücâhidi ve idealist bir Pan-İslâmcı seyyah olan Kazanlı Kadı Abdürreşid İbrahim Efendi (1857-1944) Sibirya’nin Tara (Omsk) merkezinde Buharalı Müslüman bir Türk ailede dünyaya gelmiştir. O zamanın Kazan ilinin meşhur medreselerinden sayılan Koçkar’da yirmi yaşına kadar tahsiline devam etmiş, bir müddet Kırgız sahralarında dolaşarak ta’lim ve irşadda bulunmuş, 1871’de tahsîlini İslâm memleketlerinde ikmâl etmek üzere İstanbul yoluyla Hicaz’a gitmiş, Mekke ve Medine’de 8 yıl kadar ilim tahsîl etmiştir.
Arapça, Türkçe, Rusça, Fransızca gibi beş altı yabancı lisan bilen Abdürreşid İbrahim Efendi 1908 yılının sonunda Japonya’ya gitmiştir. Abdürreşid İbrahim Efendi Japonya’da sadece İslâm’ı tanıtma faaliyetlerinde bulunmakla kalmayıp daha düzenli şekilde İslâmiyet’in yayılmasına hizmet edecek bir cemiyet tesis etmeye karar vermiştir. Cemiyetin başına meşhur Japon diplomatlarından ve Abdürreşid İbrahim sayesinde ihtidâ eden Ohara (Ebu Bekir) getirilmiştir. Üyeler arasında Japonya’da uzun zamandır ikamet etmekte olan Müslümanlardan Mevlevî Bereketullah, Sahip, Hacı Veli Turab Alizade, Abdülgafur Mülkizade, Tıb Ali, Kakacı Vala ve Japonya’nın önde gelen bazı büyük adamları da bulunmuştur. Japon üyeler arasında içişleri eski bakanı İnoki, millet meclisi üyelerinden Kavano, Japonya’nın en büyük zenginlerinden Toyama, Dimay Tokyo Gazetesi yazarı Nakano gibi büyük zevat da bulunmuştur.
Abdürreşid İbrahim Efendi bu sırada Tokyo’da bir cami inşâ edilmesi için Japonya’da bulunan Müslüman tüccarlara yardım çağrısında bulunmuştur. Sırayla birçok hizmete öncülük etmiş ve bu İslamî faaliyetleri sayesinde Japonya’da İslâm’ın ilk temeli atılmıştır. Bu hizmetler, daha sonra İslâmiyet’in Japonya’daki resmî dinler arasında yer almasında büyük rol oynamıştır. Ayrıca onun vasıtasıyla Japonya ilk defa İslâm dünyasına tanıtılmış ve bu tanıtım Müslümanlar üzerinde müspet tesir yapmıştır. Bu konuda onun ‘Âlem-i İslâm’ adlı kitabı meşhurdur.
Şair Mehmet Âkif’in, Abdürreşid İbrahim’den ilhamla Japonlar hakkında yazdığı şiirinde bunu açıkça görebiliriz:
Sorunuz şimdi, Japonlar da nasıl millettir?
Onu tasvire zafer-yâb olamam, hayrettir
Şu kadar söyliyeyim: Dîn-i mübînin orada
Rûh-u feyyâzı yayılmış yalınız şekli: Buda
Siz gidin, safvet-i İslâm’ı Japonlarda görün!
İLK JAPON MÜSLÜMAN KİMDİR?
Nobuo MISAWA ile Göknur AKÇADAĞ’ın birlikte kaleme aldığı The First Japanese Muslim: Shotaro NODA (1868-1904) adlı tezde anlatıldığına göre, ilk Japon Müslüman’ın kim olduğu konusunda yazılan bazı makalelerde 4 Nisan 1892 tarihinde İstanbul’a gelen Torajirô YAMADA adlı kişinin ilk Japon Müslüman olduğu beyan edilmektedir. Fakat bu, gerçek ile örtüşmemektedir. İlk Müslüman Japon’un, 2 Ocak–10 Şubat 1891 tarihleri arasında İstanbul’da bulunan gazeteci Shôtarô NODA olduğu tespit edilmiştir. Ondan sonra gelen Japon Müslümanlar da İstanbul’da eğitim aldıktan sonra ülkelerine dönüp İslâm’ı tebliğ faaliyetinde bulunmuşlardır.
ERTUĞRUL FIRKATEYNİ FÂCİASI
1886’da İmparator Meiji, imparatorluk ailesine mensup ilk elçi olan Prens Komatsu’yu Avrupa’ya ve Amerika’ya göndermiştir. Prens Komatsu ve eşi, 1887’de Avrupa’dan dönerken İstanbul’a gelmiş ve Osmanlı padişahı Sultan II. Abdülhamid tarafından kabul edilmiştir. Bu dostâne karşılamaya istinaden Sultan II. Abdülhamid’e İmparator Meiji’nin nişanı takdim edilmiştir. Buna karşılık padişahın iâde-i ziyâret amacıyla Tümamiral Osman Paşa komutasında Japonya’ya gönderdiği “Ertuğrul Fırkateyni” yaklaşık 650 kişiden oluşan elçi heyetiyle Temmuz 1889’da yola çıkmıştır. Haziran 1890’da elçi heyeti Yokohama’ya ulaşmış, Osman Paşa, İmparator Meiji tarafından kabul edilmiş ve İmparator’a Osmanlı İmparatorluğu’nun en yüksek nişanını takdim etmiştir. Eylül ayında dönüş yolculuğuna çıkan Ertuğrul Fırkateyni, Kobe’ye doğru seyir halindeyken, Wakayama vilayetinde Kishu açıklarında tayfuna yakalanmıştır. Şiddetli rüzgâr ve yüksek dalgalar arasında, maalesef, kıyıdan yaklaşık 40 metre açıkta karaya oturarak batmıştır. 16 Eylül’de meydana gelen deniz kazası, aralarında Osman Paşa’nın da bulunduğu 587 mürettebatın yaşamını yitirdiği büyük bir fâciadır. Ancak, çevrede yaşayanların özverili yardımları sayesinde 69 mürettebat kurtarılmış, daha sonra büyük bir duyarlılıkla Japon donanmasına ait “Kongou” ve “Hiei” isimli savaş gemileriyle İstanbul’a getirilmişlerdir. Bu deniz kazasının meydana geldiği Wakayama vilayetinin Kushimoto ilçesinde her ay bir defa, belediye başkanı ve diğer yetkililerin katılımıyla kurbanların anısına tören düzenlenmekte, anıta çiçek bırakılmaktadır.
TÜRK HAVA YOLLARI TARAFINDAN KURTARILAN İRAN’DAKİ JAPONLAR
Ertuğrul Fırkateyni kazasından 95 yıl sonra, Mart 1985’te Türkiye’nin Japonları kurtardığı bir olay meydana gelmiştir. İran-Irak Savaşı sırasında Irak’ın, İran hava sahasını kullanacak tüm uçakların saldırıların hedefi olacağını ilan etmesi üzerine, Tahran’da ikamet eden Japonlar çaresiz kalmıştı. Japonya’nın talebine karşılık, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Türk Hava Yolları’na ait uçakları İran’a göndermesi sayesinde, Irak’ın tanıdığı süre sona ermeden hemen önce 200’den fazla Japon vatandaşı salimen ülkeden ayrılabilmiştir.
TOKYO CAMİİ
Günümüzde Japonya’da en büyük camii olan Tokyo Camii’nin tarihi yüz yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Ekim 1917’de Rusya’da komünizm ihtilali patlak verdiği zaman, ülkede zulüm gören birçok Müslüman, ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Kazan vilayetinden Türkler, Orta Asya üzerinden Mançurya’ya yerleşmiş ve oradan da güvenli bir yer arayışı içinde Güney Kore’ye ve Japonya’ya göç etmişlerdir. Japonya’da iklimin ılıman olduğu Tokyo ve Kobe’de yaşamaya kolayca alışmışlardır.
1922’deki Büyük Kanto depreminden hemen sonra, Tokyo’da yaşayan yabancıları kurtarmak için Yokohama Limanı’nda özel bir gemi hazırlayan ABD hükümetinin teklifini Türkler reddederek Japonya’da kalmışlardır. Aynı yıl Abdulhay Kurban Ali, Mahalle İslâmiye Derneği’ni kurmuş, daha sonra Japonya’ya tekrar gelecek olan Abdurreşid İbrahim ile beraber Japon hükümetiyle olan dostluklarını derinleştirmişlerdir. Tokyo’da yeni bir hayata başlayan Türklerin endişesi, çocukların eğitimi olmuştur. Bunun üzerine 1928 yılında Japon hükümetinin izni ile ”Mekteb-i İslâmiye” adında bir okul kurulmuştur.
Eski adıyla Mahalle İslâmiye Derneği, yeni adıyla Tokyo Türk Derneği, Türkiye Cumhuriyeti’ne camiyi yeniden inşâ etmek şartıyla caminin bulunduğu alanı bağışlamıştır. 1997 yılında Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde “Tokyo Camii Vakfı” kurulmuş ve Türkiye’den destekler kabul edilmiştir. Yeni ibadethanenin tasarımı, modern Türk dinî mimarîsinin temsilcisi mimar Muharrem Hilmi Şenalp’e aittir. İnşaat için Türkiye’den Japonya’ya gelen yaklaşık 100 mühendis ve usta, bina gövdesi ve iç inşaat işleriyle uğraşmıştır. 30 Haziran 1998’de yapımına başlanan Tokyo Camii’nin inşaatı, hem Japonya’dan hem de Türkiye’den ilgililerin çabalarıyla yaklaşık iki yılda tamamlanmıştır. Açılış töreni 30 Haziran 2000’de görkemli bir şekilde yapılmış ve Tokyo Camii, medeniyetler arası etkileşimin merkezî olarak tarihe yeni bir sayfa açmıştır.
Tokyo Camii’nde aşağıda isimleri yer alan imam-hatipler görev yapmışlardır:
Abdulhay Kurban Ali, Tokyo Camii’nin ilk imamıdır.
Abdurreşid İbrahim (1938-1943)
Türkistanlı Emin İslamî (1943-1950)
Şerifullah Miftahuddin (1950-1969)
Aynan Safa (1969-1983)
Hüseyin Baş (1979-1983)
(Cami, tadilat gerektirdiği için 1986 yılında yıkılmış, yenisi yapılana kadar imam atanmamış.)
Cemil Ayaz (2000-2004)
Ensari Yenitürk (2004-2011)
Murat Çevik (2011-2012)
Nurullah Ayaz (2012-2013)
Muhammet Raşit Alas (2013-2020)
Muhammet Rıfat Çınar (2019 yılından beri devam etmektedir.)
SONUÇ
Uzak Doğu’nun en son noktasında bulunan Japonya’nın dünya haritasındaki konumu, ilk kez, bin sene önce Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan Divanü’l-Lüğati’t-Türk’te gösterilmiştir. İslâmiyet’in ilk tohumlarını Japonya’da atan da ecdâdımız Osmanlı olmuştur. Tıpkı Kore’de olduğu gibi İslâmiyet Japonya’da da ilk olarak Türk Müslümanların çabalarıyla kök salmıştır. Sonra diğer Müslümanlar, örneğin Endonezyalılar, Pakistanlılar, Arabistanlı ve başka Müslümanlar da Japonya’ya gelerek küçük çapta bile olsa mescit inşâ etmişler ve kendi cemaatini uluşturmaya gayret göstermektedirler.
Günümüzde Japonya’da intihar oranları yüksektir. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2019’daki verilerine göre bir yılda 19466 kişi intihar etmiştir. Her yüz bin kişiden 21,8 kişi intihar ederek hayatına son vermektedir. Japonya’da Fuji Dağı’nın kuzeybatısında yer alan 35 kilometrekarelik bir alandaki Aokigahara Ormanı, İntihar Ormanı (Suicide Forest) diye adlandırılmıştır. Bundan anlıyoruz ki, bu insanların hak dîne ihtiyacı var, hayatın anlamını kavramaya, Yaratıcıya teslim olmaya, dünya ve âhirette huzurlu yaşamaya ihtiyacı var. Bizim de elimizden geldiği kadar çalışarak onlara doğru yolu gösterme sorumluluğumuz var. Bu konuda merhum Nimetullah Halil İbrahim Yurt Hoca’nın (1931-2021) Japonya’da yirmi sene boyunca yürüttüğü irşad faaliyetleri örnek alınmaya değerdir.
İlgili Resimler
Japonya’daki ilk cami olan Kobe Mescidi 1945’te atom bombası bombardımanında ve 1995’teki büyük depremde bile hasar görmemiştir.