2022 HAZİRAN - 3. SAYI Dergi Genel

BALKANLAR BİZİM NEYİMİZ OLUR?

“Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;

Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum”

(Yahya Kemal Beyatlı)

Çocukluğu, birçok Osmanlı bakiyesi şahsiyet gibi Balkanlarda geçmiş olan Yahya Kemal der ki: “Türk gönlünde dağ varsa Balkan; nehir varsa Tuna’dır.” Balkan kelimesi, lûgatte sık ve gür ağaçlarla kaplı sıra dağlar anlamına gelir.

 

Bulgaristan, Sırbistan, Kosova, Karadağ, Romanya, Bosna Hersek, Macaristan, Yunanistan, Makedonya, Arnavutluk… Bu ülkelerin hepsinin haritada bir sınırı var. Hâlbuki gönül coğrafyasının sınırı yoktur. Bizim için nedir Balkanlar? Biz Balkanlara hangi anlamları yükleriz? Bize bu toprakları kimler emanet etmiştir? Balkanlar bizim neyimiz olur?

Bin bir türbesiyle meşhur Üsküp mü?

“Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyârıdır,

Evlâd-ı Fatihân’a onun yâdigârıdır.

Firûze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o;

Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyla biz’di o.

Üsküp ki Şar Dağı’ında devâmıydı Bursa’nın.

Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.”

(Yahya Kemal Beyatlı)

Selanik’te Alaca İmaret ve çınarlarımız mı, Macaristan’da Gül Baba mı, yoksa Nazlı Budin mi?

“Ötme bülbül ötme yaz bahar oldu

Bülbülün figanı bağrımı deldi

Gül alıp satmanın zamanı geldi

Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i” 

(Anonim)

 

Evliya Çelebi’nin “Mütevazı bir insan olarak 27 yıl boyunca dünya üzerinde sürekli dolaştım ve gördüğüm binlerce mimarî eser arasında böylesine muhteşem ve benzersiz bir köprüye hiç rastlamadım.” dediği Mostar Köprüsü… Mimar Sinan’ın adına bir kitap yazılan eseri Drina Köprüsü… Avrupa’nın İstanbul’u Prizren… Gönül coğrafyamızın bir parçası; uzakta bıraktığımız, gitmesek de bizim olan köyümüz Mamuşa ,Yanya… Ohri’de Hayati Baba Tekkesi… Kızanlık gülleri… Şumnu’daki Tombul Camii… (Bulgaristan) Razgrad şehri sınırlarında Deliorman’da Demir Baba… Bosna Hersek’te Ayvaz Dede… Güney Dobruca’da Akyazılı Sultan… Uğruna binlerce İsmailleri kurban verdiğimiz İsmailiye ve Ciğerdelen Kal’ası… Bulgaristan sınırlarında kalan Yıldırım’ın emaneti Niğbolu… Belki hepsi, ille de Tuna… Serhat gazilerinin mübarek suyundan içtikleri nehr-i azîz…

 

 

“Tuna boylarında sıra selviler

Tan yeri estikçe sessiz ağlarmış

Gül bahçelerinde baykuşlar öter 

Şu viranelikler eski bağlarmış.”

(M. Fuad Köprülü)

 

“İşte Boğaziçi ile yekvücut olan Tuna, gene de Karadeniz’i aşıp, Boğaz’ın sularında Tunalaşarak, o tarihi dostluğu ihya eylemekte ve o kadim aşinalığı, o eski muhabbet ve meşvereti, Rumeli’de gönlü de gözü de takılıp kalmış olanlara gizli gizli râz söylemekten geri kalmamaktadır. Onun için ister Tuna’ya Boğaziçi de ister Boğaz’ı Tuna diye yâd eyle. Onların adları sanları ne olursa olsun birbirinin içinde eriyip yekvücut olmuş, nikâhları feshedilmeyecek ezelî sevdalılardandır.”

Balkanlarda Gönüller Fethi

“Geldikti bir zaman Sarı Saltık’la Asya’dan,

Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan”

(Yahya Kemal Beyatlı)

Anadolu’da olduğu gibi Balkanlarda da İslâmiyet’in yayılması, toprakların fethinden önce gönüllerin fethiyle başlamış, bu fetihler de Sarı Saltuk başta olmak üzere dervişler sayesinde gerçekleşmiştir. Fetihler sonrası Müslümanlığın hızla yayılmasında Ahmed Yesevî müridlerinin, Hacı Bektaş erenlerinin çok büyük rolleri olmuştur. Sarı Saltuk, uğradığı yerlerde önemli hizmetlerde bulunduğu için adına birçok makam, türbe yapılmıştır. Cem Sultan tarafından Ebülhayr Rumî’ye hazırlatılan Saltukname adlı eserde geçtiği üzere, Kaliakra (Bulgaristan), Babadağı (Romanya), Blagay (Hersek), Ohri (Makedonya), Kruya (Akçahisar/Arnavutluk), Rumelifeneri (İstanbul), Babaeski (Edirne), Bor (Niğde), Diyarbakır, Tunceli ve İznik gibi birçok yerde Sarı Saltuk’un makamı bulunmaktadır. -Günümüzde faal olsun olmasın- Bosna Hersek’te bulunan tekke sayısı 155 civarındadır. Bosna Hersek tekkelerinden Silahdar Paşa Tekkesi’nde postnişîn olan Hasan Kâimî merhum da Yesevîce, Yunusça söylemiştir:

“Zevk-i ebedi cennette bula 

Ömrün geçiren takvada bugün

Nefsini bilen Allah’ı duyan 

Nefsiyle olur gavgada bugün

Gel Kami’ya hâlin soralım 

Nefs ile misin binada bugün”

Kosova’da Prizren ve Yakova şehirleri de tasavvufun çok yaygın olduğu yerlerdendir. Kosova’da bugüne kadar 10 tarikat faaliyette bulunmuştur. Bunlar Halvetî (Ramazaniye ve Sinanî kolları), Kadirî, Sâdî, Melâmî, Rifaî, Bektaşî, Nakşibendî, Şazelî ve Mevlevî tarikatlarıdır. Teberrüken bir tanesinin ismini verelim: İpek’teki Şeyh Osman Efendi Kadirî Tekkesi. Zikir günleri perşembe akşamlarıdır.

Oradan top seslerinin geldiği ovalara uzanalım.

 

 

 

Fetih Hareketleri

“Gökte top sesleri, bir bir nerelerden geliyor

Mutlaka her biri bir başka seferden geliyor

Kosova’dan, Niğbolu’dan, Varna’dan

Anıyor her biri bir vakayı heybetle bu an.”

(Yahya Kemal Beyatlı)

Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda fetih hareketleri, ilk olarak Orhan Gazi zamanında başlamıştır. I. Murad Han zamanında da devam etmiştir. Murad Hüdavendigâr, Kosova meydanında şehit düşmüş, orada adına bir türbe inşâ edilmiştir.

Biz Onun Yetimleriyiz

“Yanı başıma gelen yaşlıca bir kadın, üzgün yüzünün bütün çizgileriyle kulağıma fısıldadı:

-İstanbul’dan mı geliyorsun evlatcağızım?

-Ankara’dan efendim!

-Ben de Priştine’den geldim bu ziyarete. Cennetmekânın asıl kabri Bursa’da. Burada sadece kanı, barsakları ve yüreği var. Sen yine oku Fatiha’nı. Gider bulur onun mübarek rûhunu! Büyük padişahtı. Mübarekte, tam yedi evliya kudreti vardı. Biz burada onun yetimleriyiz!

Cevap yerine, sadece başımı salladım. Konuşacak halim yoktu. “Biz burada onun yetimleriyiz!” cümlesi, içimden bir tel kopardı. Ah Sultan Murad Han’ın yetimleri! Ah Sultan Murad Han! Ah bir padişahta yedi evliya kudreti bulunduğu inancının, Yugoslavya Türkleri arasında hâlâ çiçek açması! Ah Sultan Murad’ın yetimleri!

Dayanamadım. Dışarı çıktım. Türbenin arka bahçesine geçtim. Eğilip Kosova toprağını öptüm. Çömelerek sırtımı türbe duvarına verdim. Sonra yüzümü avuçlarımın içine gizleyerek, bir gurbet akşamında ağladım, ağladım, ağladım…”

Fethin Yankıları

“Hüner bir şehir bünyâd etmektir.

Reâyâ kalbin âbâd etmektir.”

Fâtih vakfiyesine dercedilmiş bu beytin mânâsına uygun hükümdarlık etmiş olan Fâtih Sultan Mehmed Han’ın Bosna Fethi sırasında Boşnakça konuştuğu için binlerce Bosnalının Müslüman olduğu rivayet edilir.

Balkan Müslümanlarının gönüllerindeki İslâm sevdası Aliya İzzetbegoviç’te: “Ben bir Müslüman’ım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslâm davasının bir neferi olarak telakkî ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslâm benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır.” sözleriyle tezahür ederken Mostarlı Rüşdî’de Peygamber (s.a.v.) sevdası şeklinde ortaya çıkmıştır:

“Senin aşkına dü âlem fedâdır yâ Rasûlallah

Burûc-ı şevketün rif’at- fezâdır yâ Rasûlallah.”

Yüzüne urma isyânun kulundur Rüşdî-i şeydâ

Şefâat derdine ayn-ı şifâdır yâ Râsûlallah”

 

Peygamber muhabbetinin bir misali de Balkanlarda hâlâ mevlid okunuyor olmasıdır. Kur’an-ı Kerîm cemiyetlerinden sonra ezberden Mevlid-i Nebî okunmaktadır.

 

Fatih’in Ahidnâmesi

“Ben ki Sultân Mehmed Han’ım. Cümle avâm ve havâssa ma‘lûm ola ki, işbu dârendegân-ı fermân-ı hümâyûn Bosna ruhbânlarına mezîd-i inâyetim zuhûra gelip buyurdum ki, mezbûrlara ve kiliselerine kimse mâni‘ ve müzâhim olmayıp ihtiyâtsız memleketimde duralar. Ve kaçup gidenler dahi emn-ü emânda olalar. Gelüp bizim hâssa memleketimizde havfsiz sâkin olup kiliselerine mütemekkin olalar. Ve yüce hazretimden ve vezîrlerimden ve kullarımdan ve reâyalarımdan ve cemî‘-i memleketim halkından kimse mezbûrelere dahl ve ta‘arruz edip incitmeyeler, kendülere ve cânlarına ve mâllarına ve kiliselerine ve dahi yabandan hâssa memleketimize âdem gelirler ise yemîn-i mugallaza ederim ki yeri, göğü yaratan Perverdigâr hakkı çün ve Mushaf hakkı çün ve ulu Peygamberimiz hakkı çün ve yüz yirmi dört bin peygamberler hakkı çün ve kuşandığım kılıç hakkı çün bu yazılanlara hiçbir ferd muhâlefet etmeye. Mâdâm ki bunlar benim emrime mutî ve münkâd olalar. Şöyle bilesiz.

 

Fermanın Günümüz Türkçesine Tercümesi

“Ben ki Sultan Mehmet Han’ım; sıradan ve seçkin bütün insanlar tarafından bilinsin ki, bu padişah buyruğunu ellerinde bulunduran Bosnalı [Fransisken] ruhbanlara büyük bir lütufta bulunarak şunları buyurdum: Adı geçenlere ve kiliselerine hiç kimse engel olmayacak ve sıkıntı vermeyecektir ve onlar sakınmaksızın ülkemde yaşayacaklardır. Ve kaçıp gidenler bile güven içinde olacaklardır. Gelip ülkemizde korkusuzca oturacaklar ve kiliselerine yerleşeceklerdir. Ne ben ne vezirlerim ne kullarım ne bana bağlı olanlar ne de ülkemin halkından hiç kimse adı geçenlere, kendilerine ve canlarına ve mallarına ve kiliselerine ve dışarıdan ülkemize gelenlerine dokunmayacak, saldırıp incitmeyecektir. Yeri, göğü yaratan rızıklandırıcı Allah adına ve Kur’ân adına ve ulu Peygamberimiz adına ve yüz yirmi dört bin peygamber adına ve kuşandığım kılıç adına yemin ederim ki, bu kişiler emrime itaat ettikleri sürece, bu yazılanlara hiç kimse uymazlık etmeyecektir. Böyle biline.

 

Fetihlerin halkta bu derece ma’kes bulmasında cihanşümûl bir adalet anlayışının tesiri vardır. Fatih’in fetih sonrası verdiği bu ahidnâmenin aslı bir kilisede hâlâ muhafaza edilmektedir. Nerede bir gecede Srebrenitsa’da binlerce Müslüman’ı şehit edenler, nerede ecdâdımızın hoşgörüsü!

 

Evliya Çelebi Gözüyle Balkanlar

Seyyah-ı âlem, nedîm-i benî Âdem (insanoğlunun yardımcısı) ve evliyâ-yı bî-riyâ Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı muhteşem eserine göz atalım:

“Yeryüzünde saray isimli birçok şehir vardır. Kâfiristan sınır boylarında bulunan Saraybosna, bunların cümlesinden mamur ve müzeyyen, gül-i gülistan, âb-ı revân ravza-i rıdvân misillü bostanlarla bezenmiş bir şehr-i şirindir. Halkı pâk, inançlı, mü’min ve muvahhid, dindar, dedikodu ve hileden uzak kimselerdir. Bütün küçüğü büyüğü, zengini yoksulu gayet musallîdirler. Hatta çarşı pazarda akçe sayarken ezanı işittikleri gibi ‘Lebbeyk Allahümme’ deyip akçeyi meydanda bırakıp dükkânlarını kapamadan bölük bölük camiye giderler. Namazı kıldıktan sonra gelip ticaret ederler. Zira bütün halkı ‘’Elkâsibü habîbullah’’ı huy edinmişlerdir. Ağır canlı, marifetsiz adamları aslâ sevmezler. Ancak, bir iş için geçinen kimseye saygı gösterip okuyan ve olgun kimselere zekât da verirler.”

Belgrad Kalesi hakkında da Seyahatnâme’de şöyle bir kısım vardır:

“Bu iç kalede tam iki yüz ev vardır. Burada da Süleyman Han Camii vardır ki mavi kurşunla örtülü nurlu bir cami olup yüksek nazik bir minaresi vardır. Sanki sihirli bir hilaldir. Hatta caminin ustası Mimar Sinan, bu görülmeye değer minare hakkında buyurmuşlar ki: ‘Alman diyarından Engürüs (Macar) tahtı olan Belgrad’da bu minare ile ustalığımı gösterdim.’ Büyük hünerdir ki diğer yapı ustaları böyle san’at eseri bir minareyi ahşap olarak yapabilsinler. Ta bu derece ince ve yüksek gülbank-ı Muhammedî yeridir.”

 

Balkan Fâciası

Zağra Müftüsünün Hatıraları -Tarihçe-i Vak’a-i Zağra- adlı eserinde Hüseyin Râci Efendi, Bulgaristan Müslümanlarının çektikleri zulmü anlatır:

“Hatta Karlıova’da bir pazar ayininde papaz cemaate hitaben “Bu güller, Müslüman çocuklarının kanlarıyla sulanmış kilise bahçesindeki bir gülün kırmızı çiçeğidir.” diyerek elindeki gül demetini gösterebilmiştir.” Bu sözler bize kendisi de Kosova’nın İpek kazasının Suşitsa köyünden olan Mehmed Âkif Ersoy merhumun şu mısralarını hatırlatır:

“Gümülcine’yle havâlisidir ki bir canavar

Bu mel’anetleri yapmaz – meğerki Bulgarlar!

—Ne ihtiyar seçiyor, bak, ne kimsesiz tanıyor;

Beş altı günde otuz bin adam boğazlanıyor!

Pomakların deşilip süngülerle vicdanı;

Alınmak isteniyor tâ içinden îmânı!

Birer birer oluyor ırzı, mâlı, yurdu heder

Gidince hepsi elinden: “Ya Bulgar ol, ya geber!” 

Balkanlarda Günümüze Ne Kadar Eser Ulaş(ma)mıştır

Ecdâdımız külliye şeklinde binalar inşâ etmiştir. Bu külliyelerde insanların ihtiyacına müteallik olarak cami, han, hamam, kütüphane, şifâhane, imarethane, tâbhane, tekke, bedesten, kervansaray, sıbyan mektebi, türbe, hazîre gibi mekânlar bulunur. Balkanlardaki bu eserleri ziyaret edip teker teker fotoğraflarını çeken Ekrem Hakkı Ayverdi merhum, “Avrupa’da Osmanlı Mimari Eserleri” adlı kitabında eski Yugoslavya topraklarında Osmanlı’nın yaptırdığı eserlerin sayısını şöyle belirtmiştir: 3500 cami ve mescid, 1500 mektep, 300 medrese, 400 tekke, 1000 çeşme, 500 han, 200 hamam, 25 misafirhane, 50 türbe, 40 saat kulesi, 15 bedesten, 60 imaret, 40 kervansaray, 15 kütüphane, 1000 sebil, 100 köprü, 50 kale.

Aynı eserinde yazar, günümüze bu eserlerin ancak %10 kadarının ulaştığını belirtir. Kalan az sayıda eser bile Osmanlı medeniyetinin ne derece muazzam olduğunu bize göstermeye yeter. Eserlerin yıkılması ya da başka amaçlarla kullanılması, hepimizi dilhûn eden bir husustur.

Bulgaristan’da Osmanlı eseri olarak bilinen 3339 eserden ancak 130’u günümüze gelebilmiştir. Makedonya arşiv kayıtlarından ise o dönemde 1411 yapının inşa edildiği tespit edilmiştir. Bunların çok az bir kısmı günümüze gelebilmiştir. Kosova’da inşâ edilen 361 eserden 70 kadarı ayakta kalmayı başarmıştır. Yunanistan’da ise 2673 eserden günümüze gelebilenlerin sayısı 300 civarındadır. Bu konuda son sözü Mehmed Âkif merhuma bırakalım:

“Minareler serilip hâke, sustu ma’bedler;

Yıkıldı medreseler; dümdüz oldu merkadler.

Mesâcidin çoğu meydanda yok, kalanlar ise,

Ya gördüğün gibi meyhanedir, ya bir kilise.”

 

İkra’ emrinin muhâtabıyız biz. Kur’ân okur, kitap okur, mezar taşını okur, geçmişimize Fâtiha okur, rahmet okur, gazel okur, türkü okur, en çok da kâinatı okuruz. Düşman şehrimize girmesin, her türlü şerden muhafaza olunsun diye sınırları dolaşarak hatim okuruz. Bu kadar okumanın arasında tarih okumak, tarihi ibretle okumak da mühimdir. Eğer yazıyı okur da Balkanlar bizim neyimizdir deyu merakınızı mûcip olur ise kaynak kabilinden kitapların bir kısmını teberrüken istifadenize sunuyorum:

 

  1. Evliya Çelebi, Seyahatname, 5-6-7. ciltler
  2. Ekrem Hakkı Ayverdi, Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri
  3. Mustafa Kara, Buhara Bursa Bosna: Şehirler, Sufiler, Tekkeler
  4. Yavuz Bülent Bakiler, Üsküp’ten Kosova’ya
  5. Hüseyin Raci Efendi, Zağra Müftüsünün Hatıraları
  6. Hüseyin Yorulmaz, Osmanlı’nın Batı Yakası Bosna
  7. Haluk Dursun, Osmanlı Coğrafyasına Yolculuk
  8. Haluk Dursun, Nil’den Tuna’ya Osmanlı
  9. Aliya İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım
  10. Samiha Ayverdi, Ah Tuna Vah Tuna
  11. Kemal Karpat, Balkanlar’da Osmanlı Mirası ve Milliyetçilik
  12. Halil İnalcık, Osmanlı Hâkimiyetinde Ortadoğu ve Balkanlar

 

Hümeyra Gedik

humeyramihriban@hotmail.com


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir